Bir filmi açarken ilk olarak hangi hususa dikkat edersiniz? Yönetmene mi, senaryoya mı yoksa başrolde boy gösteren yakışıklılara mı? Tabii ki, herkesin kriteri farklı olabilir. Ancak itiraf etmek gerekir ki günümüz sinemasında aktörler hiç olmadığı kadar kıymetli.
Malum, sinema endüstrisi geliştikçe, her yıl birbiri ardını izleyen yakışıklıklar da beyazperdede boy göstermekte. Hal böyle olunca, kalabalığın içinde tutunabilmek günden güne zorlaşıyor. Nitekim birçoklarının Al Pacino, Robert De Niro olmak adına çıktığı macerada savrulup gittiğini görüyoruz. Ancak tutunanlar, adını bir marka haline getiren isimler de yok değil.
Biz de bu vesileyle istedik ki, yeteneğini endamı ile birleştirmiş aktörleri sizler için derleyelim. İşte herkesin imrenen gözlerle baktığı, modern zamanların en yakışıklı aktörlerinin en güzel filmleri:
James McAvoy (Filth-2013)
Kusursuz bir yetenek nasıl olur, beyazperdeye nasıl yansır sorularının tek başına cevabını niteliği taşıyan James McAvoy, dünya sinemasının son dönemdeki parlayan yıldızı.
İskoçya doğumlu olan yıldız, esasen yakışıklılığından ziyade metot oyunculuğu ile nam salmış bir isim. Her rolün altından ustalıkla kalkma potansiyeline sahip olan McAvoy, hali hazırda dünyanın en özel oyuncularından biri konumunda. Wanted, X-Men gibi filmlerde yer alan yakışıklı oyuncu, geçtiğimiz yıl vizyona giren Split filminde ise 24 farklı karaktere hayat vererek, altından kalkılması zor bir görevi üstün başarıyla tamamlamıştır. Ancak bu bile, McAvoy’un en iyi filminin Filth olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmiyor!
En iyi uyuşturucu filmleri arasında yer alan Filth, izleyeni yer yer rahatsız eden atmosferine rağmen harikulade bir trajikomik hikayeye sahip. Trainspotting’in de yaratıcısı olarak bilinen Irvine Welsh’in aynı adlı kitabından uyarlanan Filth, ruhsal sıkıntılar yaşayan bir polisin sıra dışı öyküsünü odak noktasına almaktadır. James McAvoy’un anbean oyunculuk dersi verdiği film, cesur sahneleri ve vurucu sekanslarıyla son yılların en spesifik işlerinden biri olarak da öne çıkmaktadır.
Evet, belki James McAvoy muadilleri kadar yakışıklılığı ile öne çıkmıyor. Ancak onun oyunculuk yeteneğinin ardında sakladığı cazibesi hiç de yabana atılacak cinsten değil. Bu nedenle James McAvoy’u, günümüzün en yakışıklı starları arasında gösterebiliriz.
Will Smith (I’m Legend-2007)
Sırada, sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış, tüm ırkçı söylemlerin bir kenara itilmesine olanak sağlamış usta bir oyuncu var. Evet, yer aldığı her filmle gönülleri fetheden Will Smith’ten bahsediyoruz.
21. yüzyılın en popüler aktörlerinden olan Will Smith, ayakları yere sağlam basan duruşu ve delici bakışları ile örnek teşkil eden bir oyuncu görüntüsü çizmektedir. Kariyerinin ivme kazandığı 90’ların sonundan itibaren, birçok kült olmuş yapımda yer alan başarılı isim, buna rağmen en iyi zombi filmleri arasındaki I’m Legend (Ben Efsaneyim) ile hafızalara yer etmiştir.
İnsanoğlu, yeryüzünü saran bir virüs neticesinde yok olmuş; Robert Neville ise New York’ta yaşayan tek canlı olarak hayatına devam etmektedir. Onun tek amacı, kendisi gibi bu virüsten etkilenmeyen başka bir birey olup olmadığını araştırmaktır. Tabii bu süre zarfı içerisinde onun başına türlü hadiseler gelecektir. Başarılı oyuncunun, aksiyon ve dram dengesinin harikulade tutturulduğu filmdeki performansı, onun filmografisinin en özel işlerinden biri olarak da fark yaratmaktadır.
Ewan McGregor (Trainspotting 1996)
Şimdilerde 45’ini geride bırakan Ewan McGregor, ilerleyen yaşına rağmen yakışıklılığından zerre ödün vermeyen ve bunu yeteneğinle taçlandıran bir başarı abidesi olarak öne çıkmaktadır.
Esasen onun en iyi filmi nedir sorusunu sorarken, birkaç kez düşünmek gerekir. Nitekim karşımızda, Star Wars evreninin Obi-Wan Kenobi’sinin durduğunu bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Aynı zamanda Tim Burton’ın efsanevi filmi Big Fish’in başrolünde de yine Ewan McGregor yer almaktadır. Ne var ki oyuncunun isminin özdeşleştiği ve sinema tarihinde bir başyapıt olarak anılan Trainspotting, onun yer aldığı açık ara yer aldığı en iyi proje.
Ünlü yazar Irvine Welsh’in kaleminden Danny Boyle tarafından beyazperdeye uyarlanan film, dinamik yapısı ve uyuşturucuya açtığı özgün parantezle, birçoklarının favori filmleri arasında yer almaktadır. Bu kaotik ve dur durak bilmeyen evrende, alışkanlıklarından vazgeçmeye çalışan ama her defasında kendisini türlü belanın içerisinde bulan Renton, Ewan McGregor tarafından canlandırılmaktadır. Nitekim onun üst düzey performansının, filmin realitesine birebir katkı sağladığını söylemekte de yarar var.
1996’da çekilen ilk filmin ardından, 20 yıl sonra gelen T2: Trainspotting adlı devam filminde de Renton’a hayat veren McGregor, aradan geçen yıllara rağmen performansından ödün vermemeyi başarmaktadır. Nitekim şimdilerde Trainspotting’den “Efsane” diye bahsedebiliyorsak, Ewan McGregor’un buradaki parmak ısırtan performansının da payı fazlasıyla büyük.
Joseph Gordon-Levitt (500 Days of Summer-2009)
Joseph Gordon-Levitt için sempati kelimesinin beyazperdede vücut bulmuş hali tanımlamasını yapsak hata etmiş olmayız. Yer aldığı her projede gülen yüzüyle ön plana çıkan oyuncu, farklı oyunculuk tekniği ile de muadillerinden ayrılmayı başarmaktadır.
Inception, The Dark Knight Rises, Snowden ve daha niceleri… Yeri geldiği yüzleri güldüren, yeri geldiğince ciddi duruşuyla izleyenlerine farklı tecrübeler tattıran oyuncunun unutulmaz filmi ise hiç şüphe yok ki en iyi filmler arasındaki 500 Days of Summer. Aşkın 500 gününü kendine has bir şekilde işleyen film, ayrılığı da sevdanın içine dâhil eden oldukça özel bir iş.
Birçok farklı duyguyu birlikte tattıran film, en çok da Joseph Gordon-Levitt’in hayat verdiği Tom ile izleyenlerin kendini özdeşleştirmesiyle ön plana çıkıyor. Başından sonuna dek Tom ile gülüp, Tom ile ağlamamıza olanak tanıyan film, bu yönüyle de aşk hikayeleri içerisinde özel bir yere sahip. Keza filmin, Tom vesilesiyle Joseph Gordon-Levitt’e hayran olmamıza olanak sağladığını da dile getirebiliriz.
Yer aldığı onca projeye rağmen, akıllarda hala 500 Days of Summer’daki dillere destan performansıyla yer eden oyuncu, gülen yüzü vesilesiyle çağımızın da en başarılı aktörlerinden biri olarak anılmaktadır.
Robert Downey JR. (Kiss Kiss Bang Bang-2005)
Marvel Sinematik Evreni’nin en önemli yapı taşı; uçarı Tony Stark’a hayat veren oyuncu… Evet, Robert Downey JR.’ın ta kendisinden bahsediyoruz.
Oynadığı rolle özdeşleşen pek fazla oyuncu yoktur. Nitekim bunu başarabilmek için en başta rolle bütünleşmek gerekir. İşte, Robert Downey JR. bu sınıfın en popüler üyelerinden biri. Marvel’in ele avuca sığmaz süper kahramanı Iron Man’e hayat veren oyuncu, şüphesiz ki kendi isminden çok Tony Stark kimliği ile bilinmektedir. Tabii bu demek değil ki, Robert Downey JR.’ın en iyi filmi Iron Man!
Yakışıklı oyuncu, henüz Marvel Sinematik Evreni ile tanışmadan önce, orta düzey filmlerde yer almaktaydı. Ne var ki bunlar içerisinde biri var ki, onun filmografisinin en iyisi olarak öne çıkıyor. Yönetmenliğini Shane Black’in üstlendiği Kiss Kiss Bang Bang, dinamik, sürükleyici ve kendine has bir mizahı izleyenlerine sunan suç-komedi olarak izleyenlerini selamlamaktadır. Hırsızlık yapan Harry Lockart’ın şans eseri katıldığı audition çekimi, onun değişecek hayatının ilk adımıdır. Tabii bu uçarı hırsızın oyunculuğa adım atması, birbirinden ilginç ve sürprizlerle dolu hadiseyi de beraberinde getirecektir.
Dur durak bilmeyen anlatısını, eğlenceli diyalogları ile süsleyen Kiss Kiss Bang Bang, Robert Downey JR.’ın kendini aşan performansı ile daha da değer kazanıyor. Karizmatik oyuncunun yer aldığı en iyi projelerden biri olan film, dinamik anlatısıyla izlenmeye değer bir film olarak öne çıkmaktadır.
Johnny Depp (Edward Scissorhands-Makas Eller-1990)
Bir dönemin değil, her dönemin starı. Yakışıklı, karizmatik ve nevi şahsına münhasır… 2000’lerin başında ilk defa hayat verdiği Kaptan Jack Sparrow karakteri ile adını daha geniş kitlelere duyuran Johnny Deep, esasen çağımızın da en yakışıklı yıldızlarından biri.
Her ne kadar Johnny Deep isminin, Karayip Korsanları ve Jack Sparrow ile özdeşleştiğini söyleyebilsek de başarılı oyuncunun daha dokunaklı ve masalsı birçok projesi mevcut. Ed Wood, Sweeney Todd, Donnie Brasco, What’s Eating Gilbert Grape, Sleepy Hollow ve daha niceleri… İşte karşımızda böylesine üst düzey filmlerde yer almış, adını tarihe altın harflerle yazdırmış bir star duruyor. Ancak illaki içlerinden bir tanesini seçecek olursak, ekran başına geçenin bam teline dokunan Makas Eller filmini, Johnny Deep filmografisinin en iyisi olarak lanse edebiliriz.
Edward, tamamen insan eliyle üretilmiş yapay bir canlıdır. Ne var ki onu yaratan mucit, Edward’ı tam anlamıyla bitiremeden ebediyete kavuşmuştur. Bu da Edward’ın makas ellerle insan içine karışmasına neden olacaktır. Duygusal yönden bir insandan farksız olan ve oldukça zeki bir varlık olan Edward, ne var ki makastan ellerinin zorluğunu anbean hissetmektedir. Bu dakikadan itibaren izleyenlerini oldukça masalsı bir anlatının içine bırakan film, sıcacık anlatısıyla da tebessümü beraberinde getirmeyi başarmaktadır.
Yalnızca Johnny Deep filmografisinin değil, tüm zamanların en iyilerinden biri olarak kabul edebileceğimiz Makas Eller’i trajikomik bir masal olarak da nitelendirmek mümkün. Eğer ki biraz olsun insani duygularınıza temas eden bir hikâyeyle tanışmak istiyorsanız, Tim Burton yönetmenliğindeki bu eşsiz eseri kaçırmamanızı şiddetle tavsiye ediyoruz.
Bradley Cooper (Limitless-2011)
Yakışıklılıktan mevzu bahis açıldığı zaman, her daim adından söz ettiren bir isim var sırada. Romantik komedi filmlerinin aranan adamı, sarışın-mavi gözlülerin medarı iftiharı; Bradley Cooper’ın ta kendisinden bahsediyoruz.
Hollywood’un dünya sinemasına armağan ettiği en özgün komiklerden biri olan Bradley Cooper, hiç şüphe yok ki Hangover serisinde ortaya koydukları ile hafızlara kazınan bir isim. Nitekim son yılların en saf eğlencelerinden biri olan Hangover, onun kariyerinin de ivme kazanmasına olanak sağlamıştır. Daha sonrasında American Sniper, American Hustle ve Silver Linings Playbook gibi üst düzey filmlerde rol alan oyuncunun en iyi filmi olarak ise Limitless’ı gösterebiliriz.
Kendi halinde, başarısız bir yazarın günün birinde NZT adında bir uyuşturucu hap ile tanışması, onun kariyer basamaklarını hızlı hızlı çıkmasına olanak sağlayacaktır. Nitekim Bradley Cooper’ın hayat verdiği Edward Morra, kullananın zihnini neredeyse on katına çıkaran bu uyuşturucu hap sayesinde, olduğundan daha zeki bir insan haline evrilecektir.
Tabii mevzu bahis bir uyuşturucuysa, onun yan etkileri ile boğuşmak da kaçınılmaz bir süreç halini alacaktır. Dinamik, merak uyandıran ve sürükleyici bir film olan Limitless, sıkıntıya mahal vermeyen yapısıyla Bradley Cooper’ın açık ara en iyi işi olarak öne çıkmaktadır.
James Franco (This is the End-2013)
Son dönemin en samimi starlarından olan James Franco, yakışıklılığı, düzgün vücudu ve yeteneği ile komplike bir oyuncu olarak öne çıkmaktadır.
Özellikle ilk Spider-Man serisinde hayat verdiği Harry Osborn karakteri ile adını geniş kitlelere duyuran James Franco, gerçek bir hayat öyküsünden uyarlanan 127 Hours filmi ile Hollywood sınırları içerisinde ismini sağlamlaştırmayı başarmıştır. Tabii o, yer yer ciddi projelerde yer alsa da, onu özel yapan yegane husus ise, komedi filmlerinde ortaya koyduğu eşsiz performans. Özellikle Evan Goldberg ve Seth Rogen’ın beraber yönettikleri This is the End, James Franco’nun omuzlarında yükselen katıksız bir komedi olarak huzurlarımıza gelmektedir.
Rihanna’dan, Emma Watson’a kadar birçok starın kendi isimleriyle yer aldıkları film, dünyada kopmakta olan kıyameti odak noktasına almaktadır. Jonah Hill, Seth Rogen ve Michael Cera’nın başı çektiği ekibin, oldukça korunaklı duran James Franco’nun evine sığınmasıyla başlayan hikaye, birbirinden eğlenceli hadiseleri de beraberinde getirecektir. Dünyada kalmak için var güçleri ile çabalayan Hollywood starlarının eğlenceli ve bir o kadar da iğneleyici serüveni, kahkahayı da beraberinde getirmektedir.
James Franco’nun kendine hayat verdiği film, onun ukala ve uslanmaz tavırları ile daha da değer kazanmaktadır. Gülmek, bir an olsun hayattan soyutlanmak isteyenlerin kaçırmaması gereken türden bir iş olan This is the End, James Franco’nun yeteneği ile de takdir toplamayı başarmaktadır.
Jared Leto (Requiem For a Dream-2000)
Bazı isimler vardır, on parmağında on marifet. İşte Jared Leto’da bu sınıfın en popüler üyelerinden biri. Jared Leto; uzun yıllardır 30 Seconds Mars’ın solistliğini yapmasının yanı sıra, Hollywood’un da aranan starlarından biri olarak öne çıkmaktadır.
Yakışıklılığı ve türlü rollere ayak uydurabilmesi ile muadillerinden ayrılan Jared Leto, herkesin aklında Requiem For a Dream’deki performansı ile yer etmektedir. Darren Aronofsky’nin yönetmenliğini yaptığı ve rahatsız edici sahneleri ile unutulmazlar arasındaki yerini alan film, şüphesiz ki Jared Leto önderliğinde seyir zevkini de yukarılara çekmeyi başarıyor.
Uyuşturucu bağımlısı bir genç ile televizyona kendisini kaptırmış annesi arasındaki hikayeyi izleyenlerine aktaran film, uyuşturucunun nasıl bir bela olduğunu izleyenlerine anbean hissettirmektedir. Gizemli yapısını, dokunaklı anlatısı ile süsleyen film, özellikle realist görüntüleriyle izleyenlerin içine işlemeyi başarmaktadır. Yönetmen Darren Aronofsky’nin eşsiz tekniği ile bambaşka bir yapıya bürünen film, aynı zamanda kült olmuş müzikleri ile de öne çıkmaktadır.
Tabii böylesi bir başyapıtın, en önemli detaylarından birinin de Jared Leto olduğunu söyleyebiliriz. İçinde bulunduğu kaotik atmosferi, izleyicisine en gerçekçi şekilde aktaran oyuncu, müzisyenliğinin yanı sıra ne denli yetenekli bir aktör olduğunu da defaatle kanıtlamıştır.
Javier Bardem (Mar adentro-İçimdeki Deniz-2004)
Latin kökenli aktörlerin Hollywood’daki en önemli temsilcilerinden olan Javier Bardem, heybetli duruşu ve delici bakışları ile sinema dünyasında hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip.
Kariyerine İspanyol yapımı filmlerle başlayan ve sonrasında yeteneği sayesinde Hollywood’un radarına giren Bardem, 21.YY’un en gözde aktörlerinden biri olmayı da başarmıştır. Vicky Christina Barcelona, İhtiyarlara Yer Yok, Biutiful, Skyfall gibi popüler filmlerde yer alan oyuncunun en iyi performansını sergilediği filmin ise Mar adentro (İçimdeki Deniz) olduğunu söyleyebiliriz.
Gençlik yıllarında geçirdiği bir kaza neticesinde boyundan aşağısı felç kalan Ramon, 30 yıldır hasta yatağında kıpırdamadan yatmaktadır. Artık ötenazi olmayı kafasına takmış bu adamın mücadelesini işleyen film, bir yandan da bu sıra dışı hayat öyküsünün dokunaklı tarafını ekranlara taşımaktadır. Özellikle Javier Bardem’in oyunculuk dersi verdiği ve adeta gözleri ile bir resital sunduğu film, bu nedenle de oldukça başarılı bir oyunculuk örneği içermektedir.
Yakışıklı oyuncunun sırtında yükselen İçimdeki Deniz, merkezine aldığı ötenazi konusu sayesinde bir an olsun sıkmıyor ve meselesini derinlikli bir şekilde işlemeyi başarıyor. Beyazperdede eşine az rastladığımız türden bir özgünlüğü içeren film, her yönüyle izlenmeye değer bir iş olarak öne çıkmaktadır.
Ryan Gosling (La La Land-2016)
21. yüzyılın en gözde oyuncularından olan Ryan Gosling, büründüğü farklı karakterlerle adından söz ettiren biri isim. Hem popüler filmlerde hem de bağımsız yapımlarda rüştünü ispatlayan oyuncu, yakışıklılığı ile de ilgi çekmeyi başarmaktadır.
Özellikle milenyum ile birlikte sıklıkla karşımıza çıkmaya başlayan Ryan Gosling, birçoklarının ilgi ile takip ettiği filmlerinde başrolde arz-ı endam etmektedir. The Believer, The Notebook, Lars and the Real Girl, Drive, Crazy, Stupid, Love filmleri hep onun omuzlarında yükselmiştir. Gelgelim ki takvimler 2016’yı gösterdiğinde ise Ryan Gosling için çıtayı oldukça yükseğe koymanın vakti gelip çatmıştı.
İlk filmi Whiplash ile taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanan Damien Chazelle’in ikinci uzun metrajı La La Land için kamera karşısına geçen Gosling, şüphesiz ki filmin en önemli yapı taşlarından biri. Partneri Emma Stone ile birlikte iyi bir uyum yakalayan ve bu harikulade müzikali izleyenlerine aktaran yakışıklı oyuncu, bir kez daha hayranlarının sempatisini kazanmayı başarmıştır.
Yalnızca geçtiğimiz yılın değil, aynı zamanda sinema tarihinin de en iyileri arasına adını yazdıran La La Land, eğlenceli ve bir o kadar da dramatik bir müzikal olarak izleyenlerine selamlamaktadır. Her ne kadar filmin asıl yıldızı yönetmen Damien Chazelle olsa da, Emma Stone ve Ryan Gosling’in başrolde ortaya koyduğu performans da yabana atılacak cinsten değil.
Matt Damon (The Departed-2006)
Star kelimesini fazlasıyla hak eden Matt Damon, yer aldığı her bir filmi yücelten, performansıyla parmak ısırtan bir aktör olarak öne çıkmaktadır.
Aksiyon, drama, bilim-kurgu… Farklı türlerin aranan oyuncusu olan Matt Damon, kült kalibresine erişmiş birçok filmde karşımıza çıkmıştır. Good Will Hunting, Saving Private Ryan, The Talented Mr. Ripley, The Bourne Identity, The Bourne Ultimatum, The Martian onun yer aldığı üst düzey filmlerden yalnızca birkaçı. Tabii böylesine kusursuz filmlerde oynayan bir aktörün, en iyi projesini belirlemek hayli zor.Ancak Matt Damon’ın 2006 yılında çektiği The Departed, gerek senaryosu gerekse harikulade ekip uyumuyla diğerlerinin bir adım önüne çıkmayı başarmaktadır.
Ülkemizde Köstebek adıyla vizyona giren ve geçtiğimiz yılın popüler dizilerinden İçerde’ye ilham kaynağı olan hikâye, esasen 2002 Hong Kong yapımı Infernal Affairs’tan uyarlama. Buna rağmen, orijinalinden daha da iyi olmayı başaran The Departed, yönetmen Martin Scorsese’nin ellerinde adeta bir başyapıta dönüşüyor. Tabii ki bu noktada başrolde arz-ı endam edem Matt Damon ve Leonardo DiCaprio’nun da hakkını teslim etmek gerekir. Nitekim iki yıldız oyuncu, birbirlerinden rol çalmadan ortaya koydukları performans ile filmi yücelten en önemli unsurlar olarak öne çıkmaktadır.
Matt Damon filmografisinin incisi olarak lanse edebileceğimiz The Departed, her dönem izlenebilecek türden bir yapım. Nitekim aksiyonu ve akıl oyunlarıyla adından söz ettiren film, tam bir usta işi proje olarak da fark yaratmaktadır.
Matthew McConaughey (Interstellar-2014)
Matthew McConaughey; yaşlılığa meydan okuyan ve yıllar geçtikçe değerlenen bir oyuncu. Özellikle son on yıllık periyotta adından sıklıkla söz ettiren yıldız, şarap misali yıllanan bir değer.
2000’lerin ortasında yer aldığı orta sınıf filmlerle ilgilisinin dikkatini çeken Matthew McConaughey için zirve noktası, 2013 yılında yer aldığı Dallas Buyers Club olmuştur. Burada HIV virüsü taşıyan bir uyuşturucu bağımlısına hayat veren oyuncu, performansı ile En İyi Erkek Oyuncu oscarına uzanmıştır. Ne var ki Matthew McConaughey’in yer aldığı en iyi proje ise bir yıl sonrasına tekabül edecektir. Çağımızın en zeki yönetmenlerinden olan Christopher Nolan, yeni bilim-kurgusu Interstellar’da başrolü ona emanettir.
İnsanoğluna yaşayacak yeni bir evren yaratmak adına yola çıkan astronot Cooper’in hikâyesi, zihin bulmacası tadında izleyenlerini selamlamaktadır. Nitekim olanca gerçekçi argümanlara dayanan film, bir yandan bu yönüyle izleyenleri içine çekerken, diğer yandan muazzam sinematografisi ile de büyülemeyi başarmaktadır. Tabii bu noktada filmin en büyü değerlerinden birinin de Matthew McConaughey olduğunu söylemekte yarar var. Nitekim başarılı oyuncu, üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyor ve filmin seyir zevkine birebir katkı sağlıyor.
Son yılların en özgün bilim-kurgusu olan Interstellar, Christopher Nolan’ın eşsiz zekası eşliğinde büyülerken, Matthew McConaughey’ın ayakları yere sağlam basan performansı sayesinde de ilgi çekmeyi başarıyor. Özellikle 45’ine merdiven dayamış oyuncunun dinç ve yakışıklı duruşu, fazlasıyla görülmeye değer bir durum olarak da öne çıkmaktadır.
Jake Gyllenhaal (Nightcrawler-2014)
Yakışıklılığın ve yeteneğin kusursuz birleşimi… Yer aldığı her rolü yücelten, hayran kitlesini peşinden sürükleyen bir isim; Jake Gyllenhaal’in ta kendisinden bahsediyoruz.
21. yüzyılın başından itibaren birçok önemli projede yer alan oyuncu, ilk olarak gönülleri Donnie Darko’daki efsanevi performansı ile fethetmiştir. 2001 yılında izleyicisi ile buluşan film, şüphesiz ki bilim-kurgu türünün eşsiz örneklerinden. Gel gelelim ki, bu filmdeki performansının üstüne yıldan yıla koymayı başaran Jake Gyllenhaal, sonrasında birçok başarılı performansın da altına imzasını atmıştır. Zodiac, Source Code, Southpaw gibi filmlerde yer alan oyuncunun, en özel filminin ise 2014 yapımı Nightcrawler olduğunu dile getirebiliriz.
Her daim yakışıklılığı ile ön plana çıkan Jake Gyllenhaal’in, tüm albenisini ikinci plana ittiği Nightcrawler, şüphesiz ki onun benzersiz performansı ile taçlanan bir film. Sıradan bir adamın, hedefleri doğrultusunda nasıl bir canavara dönüşebileceğinin en somut resmi olan film, karanlık atmosferinden harikulade bir seyirlik çıkarmayı başarıyor. Başından sonuna dek izleyenleri büyüsüne ortak eden Nightcrawler, son yılların en vurucu ve sürükleyici yapımlarından biri olarak da dikkat çekiyor.
Jake Gyllenhaal’ın yeteneği ile anbean büyülediği ve “Bir insan bir canavara nasıl dönüşür” sorusunu izleyenlerine aks ettirdiği film, kendi bildiği yoldan da kapitalist düzeni eleştirmeyi ihmal etmemektedir.
Tom Hardy (Mad Max: Fury Road-2015)
Son yıllarda adından en fazla söz ettiren ve genellikle büründüğü kötü adam rolleriyle ön plana çıkan Tom Hardy, kusursuza yakın fiziği ile fark yaratan bir oyuncu.
Sert bakışlarını ciddi duruşuyla süsleyen Tom Hardy, günümüzün en çok aranan oyuncularından biri. Keza onun yer aldığı projelerde ortaya koyduğu performanslar da hep belli bir seviyenin üzerinde seyretmiştir.
Inception, The Dark Knight Rises, Warrior, Revenant ve son olarak Dunkirk’te karşımıza çıkan Tom Hardy’nin en özel performansını ise, 2015 yılında izleyici ile buluşan Mad Max: Furry Road’da sergilediğini dile getirebiliriz.
Dur durak bilmeyen bir aksiyon ve adrenalin seviyesini doruk noktasına çıkaran dinamizmi ile Mad Max: Fury Road, son yılların en özel filmlerinden biri. Tabii film için bunca methiye düzeceksek, buna en başta Tom Hardy’nin eşsiz performansından başlamak gerekir. Nitekim o, yavaşlığa asla izin vermeyen bu yapıda ortaya koyduğu performansla, seyir zevkine birebir etki etmeyi başarmaktadır.
Michael Fassbender (Shame-2011)
Nasıl ki son yılların en üretken aktrislerinden biri olarak Marrion Cotillard’ı gösterebiliyorsak, Michael Fassbender için de onun erkek şubesi tanımlamasını yapabiliriz. Her yıl birden fazla filmde yer alan ve bu nedenle eleştiri oklarının hedefi olan yakışıklı oyuncu, buna rağmen yeteneği ve gösterişli duruşuyla adını bir marka haline getirmeyi başarmıştır.
2000’lerin başından itibaren beyazperdede sıklıkla boy göstermeye başlayan Fassbender, X-Men, Steve Jobs, Macbeth, Prometheus gibi hatırı sayılır filmlerde rol almış ve kalitesini kanıtlamıştır. Onun en özel işi olarak tabir edebileceğimiz film ise 2011 yapımlı Shame. Farklı tarzı ile adını tüm yer küreye yaymayı başaran yönetmen Steve McQueen imzalı film, cesur yapısıyla da ilgi odağı olmayı başarıyor.
30’lı yaşlarını süren seks bağımlısı bir adamın, kardeşinin yanına taşınmasıyla birlikte değişen hayatını konu alan Shame, etkileyici bir drama olarak huzurlarımıza gelmektedir. Sinematografisi ve çekim teknikleri ile büyüleyen film, aynı zamana özgün hikayesiyle de dikkat çekiyor. Özellikle Michael Fassbender’in başrolde ortaya koyduğu özgüvenli duruş, filmin bu denli ses getirmesindeki en önemli detaylardan biri.
Her bir saniyesiyle Michael Fassbender’e hayran olmamıza olanak sağlayan Shame, yönetmen Steve McQueen’in nevi şahsına münhasır tarzıyla, farklı bir seyirlik olarak huzurlarımıza gelmektedir. Eğer ki bu sıra dışı filmi hala seyretmediyseniz, Michael Fassbender’in endamı hatırına kaçırmamanızı şiddetle tavsiye ederiz.
Hugh Jackman (Logan-2017)
Karizma kelimesinin tek başına vücut bulmuş hali olarak tanımlayabileceğimiz Hugh Jackman, özellikle günümüzde özdeşleştiği Wolverine karakteri ile tanınmaktadır.
2000 yılında izleyicisi ile buluşan X-Men’in ele avuca sığmaz mutantı Wolverine olarak hayatımıza giren Hugh Jackman, o gün bugündür popüler sinemanın en çok ilgi duyduğu isimlerden biri. Kusursuza yakın fiziği, sert yüz hatları ve buna rağmen insanın içini ısıtan bakışları ile günümüzün en yakışıklı oyuncularından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kariyeri boyunca X-Men ile yetinmeyen; The Prestige, Prisoners, Scoop, Eddie the Eagle başta olmak üzere üst düzey filmlerde yer alan oyuncu, buna rağmen gönüllerimizde her daim Wolverine olarak yer etmiştir.
Hugh Jackman’in en özel performansından söz edeceksek, hiç şüphe yok ki bu yıl vizyona giren Logan’a ayrı bir parantez açmamız gerekir. Başarılı oyuncunun son kez pençelerini çıkardığı film olarak da bilinen Logan, alışılmış süper kahramanlar filmlerinden farklı yapısıyla dikkat çekiyor. Patlayan kafalar, oluk oluk kanlar ile oldukça vahşi bir Wolverine portresi çizen film, yetişkinler için süper kahraman filmi nasıl olmalıdır sorusuna da tek başına cevap verir nitelikte.
Dile kolay, yaklaşık 17 yıl boyunca Wolverine olarak karşımıza gelen Hugh Jackman, kalitesine yaraşır bir jübileyle Logan’a veda etti. Esasen bu veda, tarihin en dokunaklı sonlarından birini de beraberinde getirmiştir. Nitekim film boyunca Hugh Jackman’a neden hayran olduğumuz yahut Logan’ın neden özel bir mutant olduğunun cevapları, anbean huzurlarımıza gelmiştir. Bu nedenle Hugh Jackman hangi filmde yer alırsa alsın, uzun yıllar boyunca Logan, hafızalardan silinmeyecek bir efsane olarak hatırlanacaktır.
Christian Bale (The Dark Knight-2008)
Bir oyuncu rolü için ne gibi zorluklara katlanır? Fizyolojisini baştan aşağı değiştirmeye göze alabilir mi? İşte, Christian Bale bu soruların tek başına cevabı niteliği taşımaktadır. Değişen kilolarıyla gündeme gelen ve her bir karakter için ayrı bir görüntüde karşımıza çıkan Bale, buna rağmen yakışıklılığından zerre ödün vermeyişiyle fark yaratıyor.
Christian Bale için şimdiden tarihin gördüğü en iyi oyunculardan biri yakıştırmasını rahatlıkla yapabiliriz. Nitekim o yer aldığı her projede yeteneği ile göz kamaştıran bir isim. Machinist, American Psycho, The Prestige, Public Enemies ve daha niceleri… Esasen izlediğimiz birçok kült filmde karşımıza Bale’ın çıkması tesadüften öte bir durum. Yine de onun en özel filmi, Christopher Nolan’ın yönetmen koltuğunda oturduğu The Dark Knight olduğu aşikar.
Yönetmenin, Gotham şehrine hak ettiği değeri verdiği seri olarak da bilinen yeni nesil Batman serisi, şüphesiz ki Nolan’ın üstün yönetmenlik becerisi ile adından söz ettirmiştir. Ancak serinin bir diğer artısı da Batman ya da gerçek adıyla anmak gerekirse Bruce Wayne’e hayat veren Christian Bale’in albenisinde gizli. Özellikle Joker ile Batman’in amansız mücadelesini ekranlara getiren serinin ikinci halkası The Dark Knight, tarihin en iyi süper kahramanlarından biri olarak da anımsanmaktadır.
Her ne kadar The Dark Knight’ın parlayan yıldızı Joker performansı ile Heath Ledger olsa dahi, Christian Bale’in ayakları yere sağlam basan duruşu da es geçilmeyecek kadar değerli. Nitekim onun sert ama bir o kadar da karizmatik duruşu, hem oyuncuyu hem de seriyi yücelten yegane husus olarak belirmektedir.
Leonardo DiCaprio (Shutter Island-2010)
Herkesin üzerinde mutabık olacağı büyük bir star var karşımızda. Yer aldığı her film popüler, her film kült seviyesinde olan Leonardo DiCaprio’nun ta kendisinden bahsediyoruz.
İtiraf etmekte yarar var; Leonardo DiCaprio’nun en özel filmini seçerken epey zorlandık. Nitekim kötü filmi yok denecek kadar az olan oyuncunun çoğu filmi, başyapıt kalibresinde. Titanic, Inception, Catch Me If You Can, Revenant, Wolf of Wall Street, Departed ve daha niceleri… Saydığımız filmler tüm sinemaseverlerin ezbere bildiği, tarihe adını altın harflerle yazdırmış işler. Ancak illa birini seçeceksek, 2010 yapımı Shutter Island’ı gerek senaryosu gerekse vuruculuğu ile bir adım öne çıkarabiliriz.
Yönetmenliğini Martin Scorsese’nin yaptığı film, gizemli bir adadaki akıl hastanesinde işlenen cinayeti çözmek için görevlendirilen iki dedektifin hikayesini odak noktasına almaktadır. İlk dakikasından itibaren izleyenlerini büyük bir gizemin ortasında bırakan film, son dakikasına kadar da soru işaretlerini beraberinde getirmeyi ihmal etmemektedir. Özellikle anbean vuruculuğunu doruk noktasına çıkarmayı hedefleyen film, finali ile de izleyenlerine bambaşka lezzetler tattırmaktadır.
Aradan geçen yıllara rağmen, finali hala muamma olan Shutter Island, zihin bulandıran yapısıyla da muadillerinden ayrılmaktadır. Özellikle Leonardo DiCaprio’nun başrolde yarattığı harikalarla hafızalara kazınan film, ölmeden önce izlenilmesi gereken filmler listesinde de zirveyi zorlamaktadır.
Brad Pitt (Fight Club-1999)
Bebeksi bir surat, herkesi kıskandıracak düzeyde bir yakışıklılık ve asla yaşlanmayan kusursuz bir vücut. Esasen Brad Pitt için, yakışıklı kelimesinin sözlük karşılığı desek hata etmiş olmayız. Üstüne üstlük tüm insanoğlunun imrenerek baktığı seksapalitesi de cabası!
1990’ların başında adım attığı sinema dünyasında, yakışıklılığı ve seksi duruşuyla bir anda dikkatleri üzerine çeken Brad Pitt, bünyesinde barındırdığı muazzam yetenekle kariyer basamaklarını çarçabuk tırmanmıştır. Seven, Twelve Monkey, Sleepers, Snatch, Truva, Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi gibi birçok özel filmde yer alan Pitt, kariyerinin zirvesini ise David Fincher imzalı Fight Club ile görmüştür.
Tyler Durden ismini yeryüzünün en bilindik karakterlerinden biri haline getiren Brad Pitt, Dövüş Kulübü’nün kurucusu olarak da arz-ı endam etmektedir. Harikulade bir kapitalizm eleştirisini beraberinde getiren ve damakta farklı bir tat bırakan şiddet sekanslarıyla hafızlarda yer eden Fight Club, yalnızca Brad Pitt’İn değil, sinema tarihinin de en özel filmlerinden. Bundaki aslan payını Chuck Palahniuk imzalı kitaba vermek mümkün. Ancak ne var ki bu noktada Brad Pitt ve başrolü paylaştığı Edward Norton’ın da hakkını teslim etmek gerekir. İkilinin tek vücut olarak ortaya koydukları performans, sinemasal hazzı da beraberinde getirmektedir.
Brad Pitt’i günümüzün en popüler ve seksi oyuncularından biri olarak konumlandırmamıza olanak sağlayan Fight Club, izleyenin bir daha izlemek isteyeceği türden bir film olarak öne çıkmaktadır. Özellikle müzikleri ve vurucu finali ile hatırlanan film, başyapıt hüviyetindeki duruşu ile de fark yaratmaktadır.
BONUS Aamir Khan (3 Idıots-2009)
Yakışıklılığı tartışmaya açık olsa da, günümüzün en yetenekli aktörlerini sıralarken, onun adını anmadan geçmek olmaz. Bollywood’un dünya sinemasına armağan ettiği en büyük stardan, Aamir Khan’dan bahsediyoruz.
Tam bir yetenek abidesi olarak tanımlayabileceğimiz Aamir Khan, Bollywood’un ses getiren birçok yapımında, başrolde arz-ı endam etmektedir. Son olarak Dangal’da karşımıza çıkan ve fiziksel değişimi ile ses getiren başarılı oyuncu, şüphesiz ki 3 Idiots filmi ile haklı bir popülaritenin de sahibi olmuş durumda.
Eğitim sistemini özgün bir şekilde eleştiren bir taşlama örneği olan 3 Idiots, aynı zamanda anbean beraberinde getirdiği kahkahalarla da son on yılın en iyi komedi filmlerinden biri. Üç arkadaşın, mühendislik fakültesinde yaşadıklarını merkezine alan film, aynı zamanda Aamir Khan’ın harikulade oyunculuğu ile de büyülemeyi başarıyor.
Belki bu listedeki muadilleri kadar yakışıklı değil ama onları kıskandıracak bir yeteneğe sahip Aamir Khan. Hindistan topraklarının sıcak ikliminden, dünyayı selamlayan yıldız oyuncu, çağımızın en başarılı aktörlerinden biri olarak da nam salmayı başarmıştır. Son olarak; bu listenin ardından bir de çağımızın en güzel 20 kadını ve en iyi filmleri listemizi de inceleyin derim.