İnsanların çıkar amacı gütmeden güvenebileceği, rahatlıkla sırtını dayayabileceği kişilerin en başında ailesi gelir. Anne, baba ve tabii ki kardeş… Kimileri hayatını ailenin tek ve üzerine titrenilen çocuğu olarak geçirmek mecburiyetindeyken, kimileri ise hayallerini, gelecek planlarını kardeşi ile kurabilme zevkine erişir. Ee, yaşları birbirine yakın, aynı kandan gelen iki insanın aynı amaç uğrunda yürümesi de çoğu zaman başarılı sonuçları önümüze getirmektedir. Aynı sinemadaki örnekleri gibi.
Özellikle sinema tarihine göz attığımızda, kardeşlerin öneminin bir hayli fazla olduğu gerçeği ile yüzleşmekteyiz. Nitekim bu fotoğraf oynatma sanatını, insanların huzuruna sunan ve günümüzdeki popülaritesine ulaştıran ilk adımı atanların Lumiére Kardeşler olduğu herkesçe bilinir. Şimdiki her sinemacı ise, bu kardeşlerin açtığı yolda ilerleyişini sürdürmektedir.
Türk Sinema Tarihi’ne baktığımız zaman ise yapılan ilk yerli filmin Fuat Uzkınay’ın 1914 yılında çektiği ancak herhangi bir kopyasını izleme şerefine nail olamadığız Ayestefonastaki Bir Rus Abidesi’nin Yıkılışı olarak kabul edilir. Ancak ne var ki, Arnavutluk’un Osmanlı topraklarında olduğu 1900’lerin başında ortaya çıkan Manaki Kardeşler, kimilerine göre ilk yerli filmi ortaya koyan sinemacılardır. Yanaki ve Milton adındaki iki kardeşin 1905 yılında çektikleri Yün Eğiren Kadınlar, bu nedenle yerli sinemanın mihenk taşlarından biri olarak da anılmaktadır. Her ne kadar Manaki Kardeşler, Yün Eğiren Kadınlar’ı çektiklerinde Osmanlı topraklarına dâhil olan bir ülkenin vatandaşı da olsalar, tarihsel gerçeklik açısından Fuat Uzkınay’ın filminin Türk Sineması’nı başlatan film olarak kabul gördüğünü de belirtmekte yarar var.
Tabii, sinemadaki kardeşler ekolü yalnızca belli bir dönemin değil, aksine her zaman diliminin popüler hareketlerinden biri olmuştur. Kimi zaman, kafası benzer çalışan iki kardeşi yönetmen koltuğunda görürken kimi zaman da oyunculuk konusunda birbirlerini cesaretlendirmelerine şahitlik etmekteyiz. Özellikle ülkemizde birçok kardeşin oyunculuk yaptığı bilinmektedir. Ancak kimi zaman, kardeş olduklarını duyduğumuzda şaşırmadığımız isimler de yok değil. Bu vesilesiyle hem kardeş oyuncuları hem de çektikleri filmlerle gönlümüzün başköşesine oturan yönetmen kardeşleri sizler için listeledik. Sinemanın kardeşleri karşınızda…
- Sinemanın Yönetmen Kardeşleri
- 1 Auguste ve Louis Lumière
- 2 Joel ve Ethan Coen
- 3 Anthony ve Joe Russo
- 4 Yağmur ve Durul Taylan
- 5 Lana ve Lilly Wachowski
- 6 Luc ve Jean-Pierre Dardenne
- 7 Jonathan ve Christopher Nolan
- 8 Şahan ve Togan Gökbakar
- Sinemanın Oyuncu Kardeşleri
- 1 Burak ve Toprak Sergen
- 2 Ahmet ve Mustafa Uğurlu
- 3 Ben ve Casey Affleck
- 4 Gözde ve Rıza Kocaoğlu
- 5 Rooney ve Kate Mara
- 6 Naci, Selahattin ve Erkan Taşdöğen
- 7 Owen ve Luke Wilson
- 8 Selim ve Adile Naşit
- 9 Müşfik ve Yıldız Kenter
Sinemanın Yönetmen Kardeşleri
Kardeş bile olsa, iki insanın yönetmen koltuğunu paylaşması çoğu zaman oldukça zordur. Çünkü ortaya konan bir sanat eseridir ve herkesin kendine özgü düşüncesi olması gayet doğaldır. Ancak sinemanın yönetmen kardeşleri, aralarındaki fikir ayrılıklarından arınmış ve ortak bir payede buluşarak ortaya üst düzey filmler koymayı başarmış isimlerdir. Pekâlâ, kim onlar? Gelin hep birlikte göz atalım.
1 Auguste ve Louis Lumière
Onlar için ne desek, ne kadar methiye düzsek az kalacaktır. Esasen Lumiere Kardeşler, tarihin en önemli mucitlerinden. Şimdilerde tutkunu olduğumuz, ekran başında saatlerimizi geçirdiğimiz sinemayı bulan, halka takdim eden iki önemli mucit Auguste ve Louis Lumière.
Fransız doğumlu iki kardeş olan Lumiereler, hayatları boyunca fotoğraf ve resimle iç içe yaşamış; bunu nasıl bir tık daha ileriye götürebilecekleri konusunda kafa patlatmışlardır. Babalarının onlara hediye ettiği kinetoskop isimli bir alet ise bu iki kardeş ve dünya sanatı için dönüm noktası niteliğindedir. Bu alet, büyük bir kutunun içinde hareket eden fotoğrafları seyretmeye yarıyor ve esasen küçük bir sinema işlevi görüyordu. Lumiereler için artık tek bir husus vardı. O da bu alet ile daha geniş bir kitleye yayın yapabilmek.
Daha sonrasında kinetoskoptan ilham alarak ortaya koydukları ve patentini aldıkları sinematografın adını ise Cinematographe Lumiere olarak belirlemişlerdi. Artık geriye tek bir nokta kalıyordu; kendi filmlerini, insanlara izletebilmek. Bunun neticesinde 22 Mart 1985 günü, Paris’te insanları bir araya getiren Lumiere Kardeşler, ücreti mukabilinde 35 kişiye film gösterimi yapmış ve deyim yerindeyse o akşam oraya gelen herkesi büyülemeyi başarmışlardır. Özellikle Trenin La Ciotat Garına Gelişi adlı filmde, insanların trenin gerçekten üzerlerine geldiğini düşünüp attığı çığlıklar, bu özel geceye dair anlatılan en önemli hadiselerden biridir.
Bu dakikadan itibaren sinemanın evrenin en popüler sanat dallarından biri halini alması da kaçınılmaz bir süreç olarak belirmiştir. Tabii bunun neticesinde Lumiere Kardeşler’inde birer efsane olarak anılması, onlara gösterilebilecek saygının en basit şekli halini almıştır. Her şey için fazlasıyla teşekkürler Lumiereler…
2 Joel ve Ethan Coen
Sinema tarihinin en nevi şahsına münhasır ikilisini oluşturan Coen Kardeşler, esasen hayranı olduğumuz birçok filmin altına imza atmasının yanı sıra, ortaya koydukları hikâyelerle de her daim gönlümüzün başköşesine yerleşmeyi başarmış iki sinemacıdır.
Kariyerlerine birlikte başlayan ve birlikte devam eden Joel ve Ethan Coen, sinemaya kendi tarzlarını yansıtmayı başarmış ve yıllar boyunca da üzerine koyarak ilerlemeyi başaran ender sinemacılardandır. Özellikle 90’ların başında ortaya koydukları ve bir yazarın Hollywood macerasını ele alan Barton Fink ile kendilerinden sıkça söz ettirmeyi başaran Coen Kardeşler, asıl çıkışını ise izleyenlerini kanlı ve gizemli bir cinayet soruşturmasının ortasına bıraktıkları Fargo ile yapmıştır. Nitekim bu film öylesine ses getirmiştir ki daha sonrasında dizisi dahi yapılmıştır. Keza Fargo’nun üçüncü sezonu da geçtiğimiz günlerde yayına girmiş ve bir kez daha farklı bir cinayet ile izleyenlerinin evlerine konuk olmuştur.
Özellikle filmlerinde şiddet ile eğlenceyi tek bir potada eritmeleri hasebiyle muadillerinden ayrılan ve bu yönleriyle de fazlasıyla takdir toplayan Coen Kardeşler, kara mizahın da en önemli temsilcilerinden biri konumundadır. Nitekim 1998 yılında izleyicilerine sundukları ve mutlaka her film önerileri listesinde yer alan The Big Lebowski, hala türünün nadide örneklerinden biri olarak anılmaya devam etmektedir. Keza bu filmde başrolde yer alan Jeff Bridges’in insanüstü performansını da es geçmemek lazım. Bu kült olmuş filmde, umarsız bir karakter olan “The Dude”a hayat veren başarılı oyuncu, hala akıllara düştüğünde ilk günkü gibi güldürmeyi başarmaktadır.
Coen Kardeşler’in son bombası ise müzik ile kara mizahı harikulade bir şekilde harmanladıkları Inside Llewyn Davis. Bir yol hikâyesinden hallice büyüyen ve izleyenlerini içine çekme konusunda fazlasıyla efektif olan film, basit bir feel good movies türünün oldukça ötesinde seyreden ve insanları yer yer hüzünlendiren bir büyüme hikâyesi olarak karşımıza gelmektedir. İddia ediyorum, Llewyn Davis’in sıra dışı hikâyesi tam olarak bam telinize dokunacak!
Her filmleri ses getirmeye aday olan ve tarihin usta yönetmenlerinden biri olarak anılma şerefine nail olan Coen Kardeşler, şüphesiz uyum içerisinde çalışan kardeş yönetmenlerinde medarı iftiharı niteliğinde. Ne diyelim, onlar çeksin, biz izleyelim, kardeşler de imrenen gözlerle örnek alsınlar…
3 Anthony ve Joe Russo
Sinema dünyasının en taze yönetmen kardeşlerinden olan Anthony ve Joe Russo, yakın dönemde Marvel Sinematik Evreni’ne damga vuracak ve bu külliyata yön verecek yönetmen ikilisinin ta kendisidir aslında. Keza, Avengers: Infinity War adıyla 2018 ve 2019 yıllarında iki bölüm halinde beyazperdeye gelecek filmlerin yönetmen koltuğunda oturmaya hazırlanan Russo Kardeşler’in adını daha ziyadesiyle duyacağımız besbelli.
Kariyerlerine birlikte başlayan ve aynı hızla birlikte devam etme kararı olan yönetmen kardeşler, birçok dizi ve küçük bütçeli filmin altına imza attıktan sonra asıl çıkışlarını yakın dönemde gerçekleştirdiler. 2014 yılında vizyona giren ve izleyicisinden tam not alan Captain America: The Winter Soldier’ın yönetmen koltuğunda oturan Russo Kardeşler, burada yakaladıkları başarının ardından, tüm Marvel Sinematik Evreni’ni bir araya getiren ve destansı savaş sahneleriyle hafızlarımıza kazınan Captain America: Civil War için kamera arkasına geçmekteydi. Nitekim ilk Captain America denemelerinin bir hayli üstüne koyan ve bu yönüyle de alkışı fazlasıyla hak eden Russo Kardeşler, özellikle dövüş sekanslarında yakaladıkları dinamizm ile taraflı tarafsız herkesin övgüsüne nail olmuştur.
Onların bu hızlı çıkışının devamı ise önümüzdeki yıl vizyona girmesi planlanan Avengers: Infinity War’da devam edecek gibi duruyor. Nitekim Captain America: Civil War’da rüştünü ispatlayan ve usta yönetmenlere taş çıkarırcasına ortaya koydukları performansla haklı bir popülarite elde eden Russo Kardeşler, aralarında vuku bulan uyumu da dosta düşmana göstermişlerdir.
Sinema dünyasının yeni ama en gözde yönetmen kardeşlerinden olan Russo’lar şüphesiz ilerleyen yıllarda adlarını daha fazla duyuracaklardır. Ancak Captain America serisinin son iki halkasında ortaya koydukları performans dahi, onları başarılı olarak addetmemize olanak sağlayan yegâne husus olarak öne çıkabilmektedir.
4 Yağmur ve Durul Taylan
Eee Hollywood’da kardeş yönetmenler olur da ülkemizde olmaz mı? Hem de en hası olur! Taylan Biraderler olarak da bilinen Yağmur ve Durul Taylan kardeşler, hem televizyona hem de sinemaya yaptıkları işlerle ülkemizin en tanınmış yönetmenlerinden olmayı başarmışlardır.
Kariyerlerinin ilk döneminde televizyon için birçok proje üreten ve hali hazırda da üretmeye devam eden Taylan Biraderler’in en bilindik dizi projesi şüphesiz ki Muhteşem Yüzyıl. Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem’in destansı aşkını konu alan ve bunu yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu’nun en şaşalı dönemine de parantez açan dizinin başlangıç döneminde yer alan ve bu nevi şahsına münhasır projeyi yücelten en önemli faktörlerden biri olan Taylan Biraderler, geniş vizyonlarını bizlere her daim hissettirmişlerdir. Nitekim Muhteşem Yüzyıl anlattığı hikâye kadar anlatılış biçimi ve sanat yönetimiyle de öne çıkan bir proje olarak hafızlarımıza kazınmıştır.
Tabii ki Taylan Biraderler’i televizyon ile sınırlı tutmak olmaz. Onları asıl şöhrete kavuşturan ise 2004 yılında çektikleri, korku-komedi türündeki Okul filmi. Nitekim ülkemizde korku filmleri dendiğinde akıllara düşmesine de vesile olan bu proje sonrası ortaya koydukları Küçük Kıyamet ise, hali hazırda yapılmış en iyi yerli korkulardan biri olarak anılmaktadır.
2009 yılında çekilen ve Avrupa Yakası’nın Burhan Altıntop’u olarak tanıdığımız Engin Günaydın’ın senaryosunu yazıp, başrolü oynadığı Vavien filminin yönetmen koltuğunda da yine Taylan Biraderler bulunmaktadır. Keza kara mizah olarak ortaya konan bu filmin, oldukça karanlık seyreden atmosferindeki Taylan Biraderler katkısı fazlasıyla hissedilmektedir. Evet, Engin Günaydın üst düzey bir mizahşör, ancak Taylan Biraderler de bir o kadar usta hikâye anlatıcısı. Bu da Vavien’i ülkemizde yapılmış en nitelikli komedi filmlerinden biri haline getirmektedir.
Son olarak Halit Ergenç ve Bergüzal Korel’in başrolü paylaştığı Vatanım Sensin dizisinin yönetmen koltuğunda gördüğümüz Taylan Biraderler, misyonu, geniş ufkuyla ülkemizin örnek alınması gereken yönetmenlerinden olarak belirmektedir. Keza onların arasında vuku bulan uyumun da dünya kalibresinde olduğunu söylemekte yarar var.
5 Lana ve Lilly Wachowski
Kadınların sinemadaki gücünü temsil eden en önemli figürlerden olan Lana ve Lilly Wachowski, sinema tarihini değiştiren ve milenyumun başlangıcına damgasını vuran Matrix serisine imza atmaları hasebiyle, birçoğumuzun gönlünde ayrı bir yere sahiptir.
Aynı kariyere baş koyan ve ayrılmaz bir ikili hüviyetine bürünen Wachowski Kardeşler, ilk olarak 1996 yılında çektikleri Bound yani Tuhaf İlişkiler filmi ile beyazperdeye merhaba derken, esasen gümbür gümbür gelen ayak seslerinin ilk belirtisini burada ortaya koymaktaydı. Nitekim bu projeden üç yıl sonra ortaya koydukları Matrix, hem senaryosuyla hem felsefesiyle hem görsel efektleriyle hem de aksiyonu ile izleyenin bir daha izlemek isteyeceği türden destansı bir film olarak karşımıza gelmekteydi. Filmin yakaladığı başarı ve felsefesinin bu denli derin olması ise çekilecek devam filmlerinin de habercisi oldu. Hemen akabinde Matrix Reloaded ve Matrix Revolutions filmlerini çeken Wachowski Kardeşler, her ne kadar devam filmlerinde beklentilerin altında kalsa da Matrix külliyatını en doğru şekilde sonuca ulaştırmalarından dolayı her daim takdiri hak etmişlerdir.
Özellikle ortaya koydukları yenilikçi fikirlerle, sinema çevrelerinde haklı bir popülariteye sahip olan ve her daim saygı duyulan Wachowski Kardeşler, Matrix’ten sonraki en dişe dokunur projelerini ise 2012 yılında çektileri Cloud Atlas ile ortaya koymaktaydı. Özellikle çekim teknikleriyle izleyenleri içine çekmeyi başaran bu film, Wachowski Kardeşler’in ilk Matrix filminden sonra ortaya koyduğu en tatminkar iş olarak da ön plana çıkmaktadır.
6 Luc ve Jean-Pierre Dardenne
Avrupa Sineması’nın son yıllardaki en önemli temsilcilerinden olan ve ortaya koydukları her filmle izleyenlerin etkilemeyi başaran Dardenne Kardeşler, özellikle Avrupa’da yükselen minimalist sinemanın da öncü isimlerinden biri konumundadır.
Belçikalı iki kardeş olan Luc ve Jean-Pierre Dardenne, özgün senaryoları ve konuyu anlatış biçimiyle, son yıllarda karşımıza çıkan en muazzam yönetmenler esasen. Dardenne Kardeşler olarak da anılan bu iki isim, özellikle duygusal yoğunluğu üst seviyeye konumlandırdıkları ancak bir saniye bile olsun ajiteye izin vermeyen filmleri ile izleyenlerinin her daim bam teline dokunmayı da bilmiştir. Keza onları özel yapan yegane hususun da bu olduğunu söyleyebiliriz.
Rosetta, Le fils, La promesse gibi filmlerle kariyerlerine hızlı bir giriş yapan Dardenne Kardeşler, özellikle 2010’dan sonra çektikleri Le gamin au vélo ve Deux jours, une nuit ile hayran kitlesini genişletmiş ve duygusal anlatısını daha geniş kitlelere yaymayı başarmıştır. Avrupa’daki en önemli muadili Nuri Bilge Ceylan olan ancak Türk yönetmene oranla hikâye-biçem dengesini daha sağlam bir noktada konumlayan Dardenne Kardeşler, filmlerine yerleştirdikleri kapitalizm eleştirisi ile de gönülleri fethetmeyi bilmektedir. Keza onların filmlerinde yaşananlar, bir yandan içimizi burkarken bir yandan da bu hadiselere sebep olan olaylara karşı kendi içimizde bir baş kaldırıya geçmemiz mümkün. Bu husus da Dardenne filmlerini samimi yapan en temel direk olarak ön plana çıkmaktadır.
Altın Palmiye’yi birden çok kez kazanma başarısı gösteren, bunun yanı sıra dünya üzerindeki birçok festivalden de adaylık ve ödül kazanan Dardenne Kardeşler, filmlerinin muazzamlığını ödüllerle taçlandıran başarılı yönetmenlerden biri olarak da belirtmektedir.
7 Jonathan ve Christopher Nolan
Yalnızca yönetmen kardeşleri anacağımızı söylemiştik ama böylesine büyük başarıların altına imzasını atan ve sinema dünyasına adını altın harflerle yazdıran iki isimden bahsetmeden geçmek olmaz. Jonathan ve Christopher Nolan kardeşler, özellikle kafa kafaya verip yazdıkları senaryoları ile birçoklarının sevgilisi olmayı başarmaktadır. Nitekim Nolan filmlerinin kafa yakan anlatısının arka planında gizli olan isim, yönetmen Christopher Nolan’ın kardeşi Jonathan’ın ta kendisidir. Keza başarılı yönetmen de kardeşinin ne denli büyük bir zekaya sahip olduğunu her daim dile getirmektedir.
Bir Christopher Nolan filmi izlerken, anlatının göze hitap eden görselliği kadar, bir bulmaca misali ilerleyen senaryosu da en fazla göze çarpan detay olarak öne çıkmaktadır. Bu da her daim, senaryonun altındaki imzayı merak etmemize neden olmaktadır. Esasen birkaç Nolan filmi dışında, usta yönetmenin tüm filmografisinde kardeşi Jonathan ile birlikte çalıştığını görmekteyiz. Bu da esasen bu iki ismi sanat dünyasının zevkle takip edilen sinemacı kardeşleri hüviyetine büründürmektedir. Keza iki kardeşin keskin zekasına, her filmin sonunda hayran olmak kaçınılmaz bir süreç olarak karşımıza gelmektedir.
Christopher Nolan sinemasının bugün gücünden bahsedebiliyorsak, bundaki en büyük paylardan biri de şüphesiz Jonathan Nolan’ın. Bu nedenle, birbirlerine sırtına dayayan ve yaratıcı fikirlerini hayranlarıyla paylaşan bu iki kardeşi bir kez daha takdir ediyoruz.
8 Şahan ve Togan Gökbakar
Seversiniz yahut sevmezsiniz. Ancak şu bir gerçek ki; Gökbakar kardeşler, Türk Sineması’nın son 10 yıllık dönemine deyim yerindeyse damga vurmuş durumdalar. Şahan Gökbakar’ın senaryosunu yazıp, başrolünde yer aldığı sosyal intikamcı Recep İvedik serisi, beş filmin sonunda toplamda 26 milyon kişiye ulaşarak, kırılması zor bir rekoru da elinde bulundurmaktadır. Bu da ister istemez, Gökbakar kardeşleri tarihimizin öne çıkan sinemacı kardeşleri olarak betimlememize neden olmaktadır.
Esasen Togan Gökbakar, sinema kariyerine Gen gibi ayakları yere sağlam basan bir korku-gerilim filmiyle giriş yapmıştır. Nitekim henüz cin furyasının egemen olmadığı Türk korku sineması için oldukça başarılı olarak addedebileceğimiz Gen, genç yönetmene de fazlasıyla umut bağlamamıza olanak sağlamıştır. Ancak o, tam bu zaman diliminde abisi ile çalışmayı tercih etmiş ve Recep İvedik serisinin yönetmen koltuğuna oturmuştur. Evet, belki Togan Gökbakar kariyer çizgisini oldukça farklı bir yöne kaydırmış olabilir ancak bu yöntemle hayalinden daha fazlasını da kazandığı aşikar. Bu da Gökbakar kardeşleri özel kılan en önemli husus olarak öne çıkmaktadır.
Sinemanın Oyuncu Kardeşleri
Türk ve Dünya sinemasındaki yönetmen kardeşlere bir çırpıda göz attık. Sıra geldi, oyuncu kardeşlere. Özellikle ülkemizde sıkça rastladığımız ve dünyada da hatırı sayılır örneğe sahip olan bu durumun en popüler örneklerini sizler için listeledik. Bakalım, şöhret basamaklarını birlikte tırmanan oyuncu kardeşler kimlermiş. Gelin hep birlikte göz atalım.
1 Burak ve Toprak Sergen
90’lı yılların en popüler simalarından olan ve o dönem birçok projede karşımıza çıkan Sergen kardeşler, günümüzde de dizi ve filmlerde boy göstermeye devam edenlerden. Özellikle Burak Sergen’in popülerliğini günümüze deyin taşıdığını söylemekte yarar var.
1961 doğumlu Burak Sergen ve 1968 doğumlu Toprak Sergen, kameraya önünde kendilerine güvenen duruşlarının yanı sıra, yetenekleri ile de göz kamaştırmaktadır. İkisi arasında kıyaslama yapmanın oldukça zor olduğu kardeşler, yetenekleri sayesinde de birçok projede yer almayı başarmıştır. Burak Sergen, Bora Tekay’ın efsanevi komedisi Fasulye ile hafızalarımıza kazınmışken, Toprak Sergen ise bir döneme damga vuran ve entrika dizilerinin başlangıcı olarak kabul gören Kara Melek’in yakışıklılarından olarak hatırlanmaktadır.
Tabii en başta dile getirdiğimiz gibi, onlar ününü 90’larda bırakan oyunculardan değil. Keza Burak Sergen’i son dönemde birçok televizyon dizisinde görür olduk. Nitekim Kara Sevda’nın Galip’i olarak karşımıza çıkan başarılı oyuncu performansı ile de takdir toplamayı başarmıştır. Toprak Sergen ise son olarak Ata Demirer’in yeni Ege komedisi Olanlar Oldu’da kısıtlı bir süre rol almış ve kendisine biçilen süre zarfı içerisinde endamı ile öne çıkmayı başarmıştır.
Televizyon ekranlarının bilindik kardeşlerinden olan ve tiyatro kökenli olmalarından mütevelli her daim başarılı performansları ile arz-ı endam Sergen kardeşler, 90’ları günümüze getiren en önemli iki figür olarak da belirmektedir.
2 Ahmet ve Mustafa Uğurlu
Birbirine en çok karıştırılan kardeşler sıralaması yapılsa, zirveye oynayacak iki isim var sırada. Uğurlu kardeşler, yalnızca yetenekleri ile değil aynı zamanda birbirlerine olan benzerlikleri ile de her daim akıllarımızda yer etmeyi sürdürmüştür.
1952 doğumlu olan Ahmet Uğurlu, 1955 doğumlu kardeşi Mustafa Uğurlu’ya göre daha naif bir duruş sergilemektedir. Keza deneyimli oyuncunun canlandırdığı karakterlere baktığımızda genellikle saman altından su yürüten ancak kendisini de bir şekilde sevdirmeyi başaran tipleri görmekteyiz. Özellikle Behzat Ç.’nin ikinci sezonunda hayat verdiği Aziz Başkomiser ile unutulmaz arasına adını yazdırmıştır. Keza Aziz Başkomiser öyle bir tiplemedir ki, çözmeyi kafaya taktığı cinayet soruşturması için kendi parmağını bile kesmeye razıdır, hem de emekli olmasına rağmen! Böylesi enteresan bir karaktere, olanca realitesi ile hayat veren Ahmet Uğurlu, şüphesiz kariyerinin zirve performanslarından birini de böylelikle ortaya koymaktaydı.
Kardeşi olan Mustafa Uğurlu ise görünüş ve duruş itibari ile daha ciddi rollerin adamı olarak öne çıkmaktadır. Özellikle Ağır Roman filminde hayat verdiği Reis karakteri ile hafızalara kazınan başarılı oyuncu, son zamanların popüler dizilerinden İçerde vesilesiyle tekrardan gündemde. Burada Yusuf Müdür’e hayat veren ve ciddi tavrıyla takdir toplayan Mustafa Uğurlu, rating listesinin zirvesinden inmeyen dizinin en önemli detaylarından biri olarak da fark yaratmaktadır.
Hem iki kardeş olacaksın hem de birbirinden daha başarılı rollere bürüneceksin. Esasen Mustafa ve Ahmet Uğurlu kardeşler, ülkemizde parmakla gösterilecek derecede üst düzey ve mütevazı iki isim olarak da öne çıkmaktadır. Nitekim onları yıllar yılı yalnızca büründükleri karakterlerle gördük ve magazinel herhangi bir hadiseye bulaştıklarına da şahitlik etmedik. Bu bile iki kardeşin, işlerine ne denli profesyonelce yaklaştıklarının yegâne göstergesi olarak belirmektedir.
3 Ben ve Casey Affleck
Oyuncu kardeşler dendi mi, ilk akla gelecekler ikililerden biri de şüphesiz Affleck kardeşler. Nitekim birbirlerinden bağımsız şekilde şöhret basamaklarını tırmanan ve büründükleri karakterlerle her daim ilgi odağı olmayı başaran Affleckler, Hollywood’un da son yıllarda görmüş olduğu en işine sadık oyunculardan olarak öne çıkmaktadır.
Tabii ki Ben Affleck’in kardeşi Casey’e oranla daha popüler olduğunu söylemekte yarar var. Ancak popülerliğin yetenekle eş değer olmadığı da aşikâr. Özellikle son yıllarda birçok eleştiriye maruz kalan Ben Affleck, oyunculuğunun yanı sıra yönetmen kimliği ile de komple bir sinemacı olduğunu defaatle ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu da ister istemez onun bazı noktalarda tökezlemesine yol açmıştır. Her ne kadar çektiği Argo filmi ile Oscar’ı kucaklasa dahi, bu yıl içerisinde vizyona giren Live by Night ile feci halde çuvallayan Ben Affleck, esasen oyunculuğu ile gündeme gelmesi gereken bir isim. Keza onun, büründüğü rolleri baz aldığımızda birçok kez alkışı hak ettiği gerçeği ile de yüzleşmekteyiz. David Fincher filmleri arasında yer alan Gone Girl ile yeteneğini iyi bir şekilde ortaya koyduğunu da unutmamak gerekiyor.
Gelgelelim kardeşi Casey Afflecek’e. O, abisine oranla her daim yeteneği ile gündeme gelen bir isim. Özellikle geçtiğimiz yılın en iyilerinden biri olarak öne çıkan Manchester by the Sea’nin hüzünlü mü hüzünlü Lee Chandler’ına hayat verişi uzun yıllardan hafızlardan çıkmayacak cinsten. Nitekim şimdilerde Manchester by the Sea’yı başarılı hatta üst düzey bir film olarak nitelendirebiliyorsak Casey Affleck’in bundaki payı tartışılmayacak derecede büyük. Nitekim onun bu başarılı performansı da Akademi jürisinden kaçmamış ve onu En İyi Erkek Oyuncu Ödülü ile taçlandırmışlardır.
Hangisinin daha başarılı olacağı sorunsalının hiçbir zaman son bulmayacağı, birbirlerine nazire yaparcasına yeteneklerini ortaya koyan Affleck kardeşler, şüphesiz Hollywood’un son yıllarda gördüğü en üst düzey kardeşlerden. Nitekim onları herhangi bir projede görmek başlı başına ilgi çekici bir husus olarak da belirmektedir. Ne diyelim, Affleck’ler bir projeye dâhil olsun, biz de onları izlemek için ekran başındaki yerimizi alalım.
4 Gözde ve Rıza Kocaoğlu
Sırada son yılların ön plandaki bir başka abi-kardeş ikilisi var. Malum, Rıza Kocaoğlu’nu uzun yıllardır televizyon ekranlarından ve fanatik bir Göztepe taraftarı olması nedeniyle yakından tanıyoruz. Ancak onun kardeşi olan ve birkaç yıl içinde büyük bir yükselişe geçen Gözde Kocaoğlu’da en az abisi kadar iddialı ve yetenekli olduğunu bulunduğu projelerde ortaya koymakta. Bu da haliyle bu iki ismi, ülkemizin gözde kardeşlerinden biri konumuna getiriyor.
Rıza Kocaoğlu için ne desek az esasen. Kaybedenler Kulübü’nde kısıtlı bir süre gözükmesine rağmen, koltuğunla bütünleşmesini öylesine özel resmetti ki, filmin unutulmazları arasına girmeyi başardı. Keza Ezel gibi efsane olmuş bir projenin, psikopat katili Temmuz’a sade ama derinden hayat verişi de dün gibi aklımızda. Tabii, herkes Rıza Kocaoğlu’nu yavaş rollerin adamı olarak düşünürken, o bir anda Kuzey Güney’in ele avuca sığmaz Ali’si olarak karşımıza çıktı ve hiperaktif bir çocuk edasıyla oradan oraya koşturmasıyla gönüllerimize taht kurdu. Bu da esasen onun her rolün adamı olduğunu anlamamız konusunda bizlere fazlasıyla yardımcı oldu. Evet, o kendisine biçilen her karakteri ustalıkla canlandırdı ve hayranlarından hep tam not almayı bildi. Ancak onun oyunculuktaki yeteneği yalnız kendisine ait değil. Aynı zamanda kardeşi de büyük bir potansiyeli bünyesinde barındırıyor.
Gözde Kocaoğlu, ilk olarak Fatmagül’ün Suçu Ne dizisinde boy göstermiş ve dizinin ana etmenlerinden olmasa da ilgi çekmeyi başarmıştır. Ancak onu esas geniş kitlelere tanıtan film ise 2015 yapımı Çekmeköy Underground. Bu filmin başrollerinden biri olarak arz-ı endam eden ve gurbetçi genç bir kıza hayat veren Gözde Kocaoğlu, bir yandan güzelliği ile diğer yandan da performansı ile takdir toplamayı bilmiştir. Bu da onun, abisinin izinden başarıyla gittiğinin sinyallerini vermesine olanak sağlamıştır.
Televizyon ekranlarında sıklıkla karşılaştığımız ancak uzun vadede beyazperdede görmememiz fazlasıyla ihtimal dâhilinde olan Rıza ve Gözde Kocaoğlu kardeşler, şimdiden önde gelen oyuncu kardeşlerden olmayı bilmişlerdir. Darısı gelecek güzel günlerin başına…
5 Rooney ve Kate Mara
Biraz Hollywood’a uzanalım ve iki güzeller güzeli kadını odak noktamıza alalım. Malum, hem herkesin kalbini hoplatacak kadar güzel olmak hem de bahşedilmemiş bir yeteneğe sahip olmak kolay kolay kimseye nasip olacak bir nimet değil. Gelgelelim ki Mara kardeşlerin ikisi de bu nimete doğuştan sahip.
Tabii ki eğri oturalım doğru konuşalım. Rooney Mara’nın kardeşi Kate’e oranla şu anda bir tık ötede olduğunu söylemekte yarar var. Nitekim son yılların gözde oyuncularından biri olarak beliren Rooney Mara’yı birçok Hollywood projesinde görmek mümkün. Ancak geçtiğimiz yıl izleyicisi ile buluşan ve sade hikâyesiyle izleyenlerin bam teline dokunmayı başaran Carol’deki performansına da ayrı bir parantez açmak gerekir. Nitekim Rooney Mara bu filmde, karşılıklı oynadığı Cate Blanchet’in bir an olsun gölgesinde kalmıyor ve o gösterişli kadının karşısında yavaş yavaş büyüyerek takdiri fazlasıyla hak ediyor. Keza onun durun güzelliğinin de kamera karşısındaki duruşuna pozitif bir şekilde yansıdığı su götürmez bir gerçek.
Gelgelelim Kate Mara’ya. Sinemada daha çok yardımcı rollerde gördüğümüz başarılı oyuncu, en az kardeşi kadar güzelliğini konuşturan bir isim. Ancak ne var ki başarı konusunda Rooney’in arkasında kalmaktan da kurtulamamakta. Ancak misafir olarak girdiği House of Cards dizisindeki performansı da bir o kadar ses getiren cinsten. Nitekim Kate Mara, burada sergilediği performansla Emmy ödülünü kucaklamayı da bilmiştir.
Hollywood’un güzeller güzeli iki kardeşi olan ve uzun yıllardır evlerimize konuk olan Mara kardeşler, şimdilik aralarında sıklet farkı ile arz-ı endam etmekte. Gün olur devran döner mi orasını bilemeyiz ancak Kate’in de Rooney’den aşağı kalır bir tarafının olmadığını defaatle vurgulamamız gerekir.
6 Naci, Selahattin ve Erkan Taşdöğen
Uzun yıllardır televizyonda karşımıza çıkan ve küçük rollerin büyük oyuncuları olarak arz-ı endam eden Taşdöğenlerin kardeş olduklarını biliyor muydunuz?
Ailenin en fazla ön planda olan oyuncusunun Selahattin Taşdöğen olduğu aşikâr. Özellikle 90’lı yılların televizyon filmlerinde sıkça boy gösteren ve Sinan Bengier’in çektiği Kemal Sunal re-makelerinin vazgeçilmezi olarak beliren Selahattin Taşdöğen, ününü 90’larla sınırlı bırakmayıp, günümüze taşımayı başaranlardan. Nitekim onun şimdilerde dahi, herhangi bir dizi ya da filmde karşımıza çıkması yüksek ihtimal. Tam bir karakter oyuncusu olan ve her role bürünebilmesiyle takdir toplayan usta isim, şüphesiz televizyon ekranlarının da aranan yüzlerinden biri konumunda.
Gelgelelim Naci ve Erkan Taşdöğen kardeşlere. Esasen bu iki ismin daha çok seslendirme yaptıklarını en başta dile getirelim. Keza izlediğimiz birçok yabancı filmin dublajında bu iki ismin sesini duyabilmek mümkün. Tabii ki onları birçok projede de görmekteyiz. Özellikle Emret Komutanım dizisinin Ahmet Başçavuşu olarak akıllara kazınan Naci Taşdöğen, sempatik kişiliği ile hemen ilgi odağı olmayı başaran bir isim. Keza bu içtenliğin, ona birçok projenin de kapısını açtığını söylemekte yarar var. Keza kardeşi Erkan Taşdöğen’in de benzer bir kalibrede olduğu aşikâr. Ara ara yan karakter olarak karşımıza çıkan oyuncu her şeye rağmen iki abisinin gölgesinde kalmaktan da kurtulamamıştır.
Televizyon ekranlarımızın aşina olduğu isimler olan ve kardeş olmaları vesilesiyle ayrı bir sempati beslediğimiz Taşdöğenler, yüzleri pek yeni olmasa da yer aldıkları her projede yüzümüzü güldürmeyi başaran ender oyunculardan olmayı da başarmaktadır.
7 Owen ve Luke Wilson
Gülmeye hazır mısınız? Çünkü Hollywood’un ele avuca sığmaz iki kardeşi var sırada. İkisi için de ne kadar methiye düzsek, bizleri güldürdükleri için teşekkür etsek az. Evet Owen ve Luke Wilson ikilisinden bahsediyoruz.
Her ikisinin de yer aldığı ve dillere pelesenk olmuş esprileriyle hafızalarımıza kazınan filmleri olduğu aşikâr. Ancak bu noktada Owen Wilson’ı bir tık daha yukarıda gördüğümüzü söyleyebiliriz. Nitekim onun 2011 yılında yer aldığı Woody Allen filmi Midnight in Paris’te ortaya koyduğu performansın, şapka çıkartılacak cinsten olduğunu söylemekte yarar var. Avrupa’nın bu gözde şehrinin tüm ışıltısını yansıtan ve Paris’in tarihin birçok entelektüeline ev sahipliği yaptığı 1920’lerine doğru izleyenlerini bir yolculuğa çıkaran filmin en büyük artılarından biri de şüphesiz Owen Wilson. Nitekim başarılı oyuncu bu filmde, basit bir komedi oyuncusu olmadığını, aynı zamanda komplike bir karakteri de ne denli ustalıkla ortaya koyacağını kanıtlamış ve filmi başarılı olarak addetmemizin en büyük detaylarından biri olarak belirmiştir. Tabii Owen Wilson’u bir filme sınırlandırmak olmaz. Keza o, Davetsiz Çapkınlar gibi dur durak bilmeyen bir eğlencenin de merkezinde yer alarak rüştünü ispatlamıştır.
Gelgelelim Luke Wilson’a. Esasen onun adını duymak dahi gülmeye yetecek cinsten. Nitekim onun Old School filminde ortaya koyduğu performans dün gibi aklımızda. Aynı şekilde kardeşi Owen Wilson ile birlikte rol aldıkları, Wes Anderson filmi The Royal Tenenbaums’a kattıkları da açık bir şekilde ortada. Keza The Royal Tenenbaums’u özel kılan bir husus da iki kardeşin beraber yer aldığı ender filmlerden biri olması.
Tabii bu iki popüler ismin, onlar kadar olmasa da Hollywood’da boy göstermiş bir önemli kardeşleri daha var: o da Andrew Wilson. Bir aileye, üç star! Elimizden maşallah demekten başka bir şey gelmiyor.
8 Selim ve Adile Naşit
Ülkemizin en ton ton, en sevilesi kardeşlerini hatırlamaya ne dersiniz? Şimdi mevzu bahis Adile Naşit olduğu zaman söze nereden başlayacağını şaşırıyor insan. Çünkü o hepimizin Hafize Ana’sı olmuş, bir nesli kuzucuklarım diye sevmiş, gerçek bir annedir. Peki, Selim Naşit ondan eksik kalacak biri mi? Aksine, o da en az kardeşi kadar altın kalpli bir adam olarak belirmiştir her daim.
Bu iki usta oyuncu arasında kıyaslama yapmak, asla haddimiz olamaz. Ancak şunu da belirtmekte de yarar var. Adile Naşit, taraflı tarafsız herkesin sevgisine nail olmayı başarabilmiş ender sanatçılardan biridir. O, hiçbir zaman kötü bir rolle gelmemiştir karşımıza. O hep anaç, kalbi sevgiyle atan ve yalnız ailesini düşünen bir anne olarak belirmiştir. Bu da onu Yeşilçam’ın en özel oyuncularından biri haline getirmiştir. Eğer ki şu an Arzu Film Ekolü’nün ne denli harikulade oluşundan bahsedebiliyorsak, bundaki aslan paylarından biri de Adile Naşit’in insanın içini ısıtan gülüşüdür.
Ya Selim Naşit? Onu esasen son kez kamera karşısına geçtiği Her Şey Çok Güzel Olacak ile hatırlıyoruz. Cem Yılmaz’ın ilk sinema deneyimi olan ve başrolü Mazhar Alanson ile paylaştığı filmin gizli yıldızıdır Selim Naşit. Göründüğü her bir sekansta kahkahayı beraberinde getirmesinin yanı sıra, hepimizin babası ile olan ilişkisini de akıllara getirir. Evet, o aksidir; ancak çocukları yanından ayrıldıktan sonra da onlar için gözyaşı dökmekten kendini alamaz. Çünkü Selim Naşit, her zaman için tam bir baba figürü olmuştur. Ee Adile Naşit’in abisinden ne bekliyorduk ki?
Sinema tarihimizin en özel kardeşlerinden olan ve naif duruşları ile herkesin gönlünde ayrı bir yere sahip olmayı başaran Naşit kardeşler, aylar, yıllar, asılar geçse dahi, hep sevecenlikle hatırlanmaya devam edecek ve adlarından sonra da şükran duygusunu beraberinde getireceklerdir.
9 Müşfik ve Yıldız Kenter
Türk Tiyatrosu’nun iki duayen ismi olan ve sahnelere birçok başarılı gencin yetişmesine vesile olan Kenter kardeşler, şüphesiz sanat tarihimizin gördüğü en muazzam isimlerden. Nitekim onlar yalnızca yer aldıkları film yahut oyunlarla değil, aynı zamanda eğitimci kimlikleri ile de ön plana çıkmayı başarmış ender kişiliklerdir.
Müşfik Kenter’in yer aldığı ve Türk Sineması’nın açık ara en iyilerinden olan Sevmek Zamanı’ndaki performansını nasıl unutabiliriz ki? Usta oyuncu, karaktere öylesine büyük artılar katmıştı ki, deyim yerindeyse bu eşsiz anlatıyı şaha kaldıran en önemli unsurlardan biri olarak belirmişti. Nitekim kardeşi Yıldız Kenter’in de ondan aşağı kalır bir yanı olmadığı aşikâr. Deneyimli oyuncu, Yeşilçam’ın her daim aranan oyuncularından olmuş ve piyasa filmleri yerine, meselesi olan yapımlarda yer almayı tercih ederek de duruşunu daha en başta belli etmiştir. Daha çok yan rollerde gördüğümüz ancak ana hikâyeyi destekleye en önemli unsur olarak beliren Yıldız Kenter’in yer aldığı Güle Güle ve Büyük Adam Küçük Aşk’taki yardımcı rolleri de hala dün gibi aklımızda yer etmektedir.