Ödüllü Türk filmleri hangileri biliyor musunuz? Pek de bilmiyoruz aslında. Türk Sineması’nın dünyadaki yerini irdelemeye kalktığımızda, maalesef kendimize has bir yerimiz olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bunun en birincil sebebi, henüz bu topraklara ait özgün bir üslup ya da akım yaratamayışımız. Tabii, bu demek değil ki Türk Sineması örnekleri bu nedenle her daim başarısız olmaya mahkûm. Eğer ki başarı için kıstas ödülse Türk Sineması’nın son yıllarda büyük bir atağın içine girdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Çoğu zaman başarı yakalamış özgün bir işin ucuz kopyalarını sinemamızda görmek mümkün. Nitekim Nuri Bilge Ceylan’ın dünya çapında yakaladığı başarılar herkesçe malum. Ancak onun bu denli ödül avcısı duruşunun, ülkemizin genç sinemacılarına negatif bir şekilde yansıdığı da aşikâr. Çünkü birçokları, onun yolundan gitmek isterken, Nuri Bilge Ceylan’ın küçük birer taklitçisi olmaktan da kurtulamamakta. Tabii, tüm bu ucuz taklitçilerin yanında, kendi dünya görüşlerine uygun ve meselesi olan hikâyeleri ortaya koyan yönetmenlerde yok değil.
Özgün olabilmenin ve daha önce ortaya konmamış bir olayı irdelemenin yegâne başarısı da takdir edilmektir. Bu, yeri geldiğinde bir dost meclisinde arkadaşlar tarafından alkışlanarak olabilir. Yeri geldiğinde ise kitleler tarafından takip edilen festivallerden ödül kazanarak. Ülkemizde son yıllarda sayısı git gide artan festivaller, kuşkusuz genç sinemacıları film yapma konusunda bir hayli teşvik etmekte. Peki ya ülke dışına açıldığımızda, Edirne’den, Kars’tan dışarı çıktığımızda ne durumdayız?
Yurt dışında en çok tanınan yönetmenimizin Nuri Bilge Ceylan olduğu yadsınamaz bir gerçek. Nitekim onun özellikle Cannes Film Festivali’nde kazandığı başarılar gönlümüzü kabarmaktadır. Ancak o, yurtdışında ödül kazanan ne ilk ne de son Türk yönetmen olacaktır. Her yıl adını duyduğumuz ya da duymadığımız birçok film, ülke dışındaki festivallerde yarışmakta; kimi ödülle kimi ise kazandığı takdirle ülkeye dönmektedir. Pekâlâ, kim onlar?
Ünü ülke sınırlarının dışına taşmış, orada kazandığı başarılarla taraflı-tarafsız herkesin saygısını kazanma şerefine nail olmuş, ödüllü Türk filmleri hangileri? Yılmaz Güney’den Nuri Bilge Ceylan’a kadar yıllar yılı Türk Sineması’nı yurt dışında dahi onurla temsil etmiş o güzel insanlar kimler? Dilerseniz, yönetmenlerinin nevi şahsına münhasır duruşları sayesinde adından söz ettiren o özgün ve ödüllü filmlere birlikte göz atalım. Yurt dışından ödülle dönmüş Türk filmleri karşınızda…
Susuz Yaz (1964 – Metin Erksan)
Türk Sineması’nın bugünlere gelmesindeki en büyük pay sahiplerinden biri, herkesin üzerinde mutabık olacağı şekilde Metin Erksan’dır. Özellikle 50’lerin sonuyla birlikte, sinemamızda bir dönemi kapatıp, yeni bir döneme merhaba diyen yönetmenlerin başında gelen Metin Erksan, şüphesiz ki en büyük başarısını 1964 yılında kazanmıştır. Necati Cumalı’nın aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan ve dönemin en çok ses getiren filmlerinden biri olan Susuz Yaz, şimdilerde dahi dünyanın en prestiji organizasyonlarından biri olarak kabul gören Berlin Film Festivali’nde, en iyi filme verilen Altın Ayı Ödülü’nü alarak, sinema tarihimizin uluslararası arenadaki ilk büyük başarısını kazanmıştır.
Yönetmenin kendine has üslubu ile şekillenen ve dramatik yapısını harikulade bir şekilde kurulan Susuz Yaz, Ege’nin kurak köylerinden birini merkezine alırken beraberinde getirdiği siyasi eleştirisiyle de farkını ortaya koymaktadır. Köy ve köy halkının yaşamına, farklı bir perspektiften yaklaşmaya çalışan ve bunu yaparken de dişe dokunur bir taşlamayla süsleme yolunu seçen film, kuşkusuz sinema tarihimizin en iyilerinden biri olarak da anılmaktadır.
Buna da Bakın: En Çok Ağlatan Türk Filmleri Listesi
Hülya Koçyiğit, Erol Taş ve Ulvi Doğan’ın başrolleri paylaştığı film, Metin Erksan’ın destansı anlatımıyla taçlanırken, Berlin Film Festivali’nden kazandığı başarıyla da uzun yıllar adından söz ettirmiş ve ölümsüz bir eser olarak tarihe adını altın harflerle kazımıştır.
Sürü (1979 – Zeki Ökten)
Yılmaz Güney’in senaryosunu hapishane yıllarındayken yazdığı ve onun en güvendiği sinemacılardan biri olan Zeki Ökten’in yönettiği Sürü, 1977 yılında düzenlenen 27. Berlin Film Festivali’nde FIPRESCI yani sinema yazarlarının oyuyla belirlenen en iyi film ödülünü almasının yanı sıra, 1979 yılında da Locarno Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü kucaklamıştır.
Yılmaz Güney’in gerçekçi kaleminin doruğa ulaştığı ve iyiden iyiye adını dünyaya duyurduğu projesi olan Sürü, yerli-yabancı birçok festivalde övgüyle karşılanmıştır. Yine sinemamızın realist yönetmenlerinden olarak adlandırabileceğimiz Zeki Ökten’in yönetmenliği ile daha da değerli bir hal kazanmaktadır.
Aşiretlerin gölgesinde geçen film, Yılmaz Güney’in diğer filmlerinden de alışkın olduğumuz şekilde insan doğasını en iyi şekilde yansıtan ve yine bencilliğiyle nam salmış insanoğlunun kendi içindeki çatışmasını minimalist şekilde anlatan bir hikâyeye sahip. Başrollerini Tarık Akan, Melike Demirağ ve Tuncel Kurtiz’in paylaştığı Sürü, yalnızca kazandığı ödüllerle değil, aynı zamanda Yılmaz Güney’in adeta olayları birebir yaşayan kalemine bir kez daha saygı duymamız açısından da oldukça önemli bir yerde konumlanmaktadır.
Yol (1982 – Yılmaz Güney, Şerif Gören)
Uzun yıllar Türk Sineması’nın uluslararası arenadaki en büyük başarısı olarak lanse edilen ve Yılmaz Güney gibi usta bir sinemacıyı tüm dünyanın tanımasına vesile olan Yol, yarı-açık cezaevindeki 5 mahkûmun bayram iznine çıkmasını konu almaktadır. Mahkûmların İmralı’dan başlayan maceralarına ayrı ayrı tanıklık ettiğimiz filmi ülkenin beş bir tarafına yayılması hasebiyle nevi şahsına münhasır bir yol filmi olarak da nitelendirmek mümkün.
Realist yapısından bir an olsun vazgeçmeyen ve bunu olabildiğince sade bir şekilde anlatan Yol, kuşkusuz gücünü vuruculuğundan almaktadır. Özellikle Türkiye’nin doğusunda yaşananları, cesur bir şekilde aktaran ve bu yönüyle takdir toplayan film; bu nedenle 1999 yılına kadar da ülkemizde yasaklı olarak kalmıştır.
Tavsiye Ederiz: En İyi Politik Filmler Listesi
Yılmaz Güney’in hapishane yıllarında senaryosunu yazdığı ve yönetmen Şerif Gören’e nasıl çekmesi gerektiğini sahne sahne anlattığı Yol filminin bir diğer yönetmeni de bu nedenle kendisi olarak anılmaktadır.
A’dan Z’ye bir Yılmaz Güney filmi olan ve bunu son raddeye kadar hissettiren Yol, 1982 yılında Cannes Film Festivali’nde hem FIPRESCI ödülünü hem de en iyi filme verilen Altın Palmiye Ödülü‘nü kucaklayarak tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır. Film aynı zamanda 1983 yılında düzenlenen Golden Globe yani Altın Küre Ödülleri’nde de En İyi Yabancı Film kategorisinde aday olarak başarısını taçlandırmıştır.
Güneşe Yolculuk (1999 – Yeşim Ustaoğlu)
Türk Sineması’nın son yıllarda yetiştirdiği en önemli kadın yönetmenlerden olan ve bunu her filminde bizlere tekrar tekrar kanıtlayan Yeşim Ustaoğlu’nun 1999 çektiği filmi Güneşe Yolculuk, farklı kültürlerden, başka coğrafyalardan gelen iki insanın yolunun İstanbul’da kesişmesini odak noktasına almaktadır.
Başından sonuna dek yozlaşan insanlığı irdeleyen ve gerçeklerin gölgesinde hayallere sarılmanın güçlüğünü dramatik bir şekilde izleyenlerine sunan film, bir yandan da yaptığı siyasi eleştiriyle hafızlara kazınmıştır. Özellikle Yeşim Ustaoğlu sinemasından alışkın olduğumuz şekilde, oldukça yoğun bir duygu trafiğinde aktarılan film, buna rağmen izleyenlerini içine çeken ve ajiteye izin vermeyen yapısıyla da fark yaratmaktadır.
İlginizi Çekebilir: En İyi Romantik Filmler Listesi
Filmin bu denli realist unsurlarla sunulması, şüphesiz ki birçok festivalin de gözünden kaçmamıştır. Ülkemizde adeta ödüle boğulan film, tüm bunların yanında; 1999 yılında 49. kez düzenlenen Berlin Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü, Kudüs Film Festivali’nden Barış Ödülü, São Paulo Uluslararası Film Festivali’nden Uluslararası Jüri Ödülü, Festróia – Tróia Uluslararası Film Festivali’nden de Jüri Özel Ödülü kazanarak başarısını taçlandırmıştır. Ödüllü Türk filmleri listesinde başarısıyla unutulmaz bir film olmuştur.
Uzak (2002 – Nuri Bilge Ceylan)
Özellikle 80 Darbesi’nden fazlasıyla etkilenen ve bir duraklama dönemi içerisine giren Türk Sineması’nın şaha kalkması, 90’ların ortasına kadar uzanmaktadır. Nitekim dünyadaki sinema örneklerini iyi idrak eden, okuyan ve araştıran yeni bir nesil gelmekteydi. Reha Erdem, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan’ın başı çektiği bu nesil, sinemamızın geleceğine yön verecek ve örnek teşkil edebilecek duruşlarıyla birçokları için idol kabul edilecekti.
Nitekim bu isimlerin idol olarak kabul edilmesi de bir günlük bir süreçten geçmemiştir. Özellikle Nuri Bilge Ceylan’ın Koza adlı kısa filminden başlayıp, taşra üçlemesine uzanan macerasının en önemlilerinden olan Uzak, minimalist yapısıyla tüm dünyada ilgi çeken bir film. Bu da tabii ki ister istemez Uzak’ın birçok ödülle kucaklaşmasına olanak sağlamıştır.
Nuri Bilge Ceylan’ın taşra üçlemesinin son halkası olan ve hayallerinin adına İstanbul’a gelen Yusuf’un hikâyesini odak noktasına alan filmi deyim yerindeyse tam bir ödül canavarı olarak nitelendirebiliriz. Uzak, 2003 yılında düzenlenen Cannes Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü’nü kucaklamasının yanı sıra, Chicago Uluslararası Film Festivali’nden en iyi ikinci film, Montpellier Film Festivali, Trieste Film Festivali ve Beyrut Film Festivali gibi yerlerden en iyi film ödülünü de kucaklayarak adeta yıla damga vuran filmlerden biri olmuştur. Nitekim bu da, Nuri Bilge Ceylan’ın gümbür gümbür gelen ayak seslerinin ilk habercilerinden biri olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır.
Duvara Karşı (2004 – Gegen Die Wand, Fatih Akın)
Almanya doğumlu Türk yönetmen Fatih Akın’ın dördüncü uzun metrajı olan Duvara Karşı, Türk-Alman ortak yapımı olan bir film olarak huzurlarımıza gelmektedir. Nitekim iki dilin de eşit olarak konuşulduğu bir film olan Duvara Karşı, bu nedenle iki sinemanın da içine dâhil olabilecek bir iş. Ayrıca ödüllü Türk filmleri arasında belki de hepimizin bildiği tek film.
Cahit ve Sibel’in sıra dışı aşk hikâyesini konu alan film, Berlin-İstanbul arasında mekik dokumasının yanı sıra, vurucu ve gerçekçiliği iliklerde hissettiren yapısıyla muadillerinden ayrılmaktadır. Özellikle Fatih Akın’ın mizansen kurmasındaki başarısıyla hafızalara kazınan film, realitesini yer yer rahatsız edici bir seviyeye çıkarsa dahi, seyir zevkinden bir an olsun ödün vermeyerek taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanmayı başarmıştır.
2004 yılında düzenlenen 54. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’nü kucaklayarak, adını tüm dünyaya duyuran Fatih Akın, bu topraklarda yetişmese dahi, filmlerinde kullandığı Türk tipolojisi sayesinde, en az muadilleri kadar Türk olarak saydığımız bir isimdir.
Başrollerini Birol Ünel, Sibel Kekilli ve Güven Kıraç’ın paylaştığı Duvara Karşı, yalnızca anlattığı çarpıcı hikâye ile değil aynı zamanda yönetmenin kullanmış olduğu biçemle de adından söz ettiren ve dünya sinemasında da hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip oluşuyla öne çıkmaktadır.
Takva (2005 – Öner Kızıltan)
Türkiye için cemaatler yurdudur desek maalesef ki doğru bir tanımlama yapmış oluruz. İnsanların dini duygularını sömüren ve onlar üzerinden nemalanan bu oluşumlar, tarih boyunca ülkemizin kanayan yarası olmayı sürdürmüştür. Ancak tüm bu yaşananlara rağmen, dişe dokunur bir cemaat eleştirisinin bir elin parmağını geçmediğini görmekteyiz.
Gemide, Laleli’de Bir Azize gibi kült olmuş filmlerinden altına imzasını atan ve kendilerine Yeni Sinemacılar adını takan oluşumun, 2005 yılında Öner Kızıltan yönetmenliğinde çektiği Takva ise Yeni Sinemacılar’ın en az muadilleri kadar başarılı ve vizyon sahibi bir film olarak öne çıkmaktadır.
Göz Atın: En İyi Sürpriz Sonu Filmler
İstanbul’un göbeğinde vuku bulan ve kendi halinde dindar bir adamın, kolunu cemaate kaptırmasıyla değişen hayatını odak noktasına alan Takva, iyi bir gözlemin eseri olduğunu her bir saniyesinde ortaya koymasının yanı sıra vurucu yapısıyla da dikkat çekmeyi başarmaktadır. Nitekim ülke çapında gösterildiği her yerde adından övgü ile söz ettiren film, başarısını ülke sınırları dışına taşıyabilen nadir eserlerimizden de biri.
2007 yılında düzenlenen Saraybosna Film Festivali’nden En İyi Film Ödülü ile dönen ve 57. Berlin Film Festivali’nden FIPRESCI ödülünü kucaklayan Takva, kazandığı onlarca ödülle de başarısını taçlandırmıştır. Senaristliğini, Gemide ve Dar Alanda Kısa Paslaşmalar gibi filmleri de kaleme alan Önder Çakar’ın yaptığı filmin başrollerini ise Erkan Can, Güven Kıraç ve Settar Tanrıöğen gibi sinemamızın yetenekli oyuncuları paylaşmaktadır.
Yaşamın Kıyısında (2007 – Auf Der Anderen Seite, Fatih Akın)
Avrupa’daki bir başka gururumuz olan Fatih Akın’ın 2007 yılında çektiği ve çoğunluğunu Türk oyuncuların oluşturduğu filmi Yaşamın Kıyısında, bir kez daha Almanya-Türkiye arasında mekik dokuyan yapısıyla huzurlarımıza gelmektedir.
Bir tarafta siyasi suçlarından dolayı aranan ve Almanya’ya kaçmak durumunda kalan Ayten; diğer tarafta ise Ayten’in annesine verdiği sözden ötürü, onu bulmak için Türkiye’ye giden Alman Dili ve Edebiyatı profesörü Nejat… Birbirinden oldukça alakasız ve tezat birçok karakteri içinde barındıran ancak buna rağmen tüm karakterlerin yolunu bir noktada kesiştirmesiyle fark yaratan Yaşamın Kıyısında, kuşkusuz muazzam senaryosuyla ilgi odağı olmayı başaran bir film.
Nitekim onun senaryosunun bu denli ustalıkla yazılmış olması, otoritelerin gözünden de kaçmamıştır. 2007 yılında düzenlenen 60. Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü kucaklayarak başarısı adeta taçlandırılmıştır. Türk-Alman ortak yapımı olan ve iki kültürün iç içe geçişini özenle işleyen film, tüm bunların yanında, izleyenlerini derinden sarsan yapısıyla da adından söz ettirmeyi başarmıştır. Başrollerini Nurgül Yeşilçay, Tuncel Kurtiz, Nursel Köse, Baki Davrak gibi isimlerin paylaştığı film, aynı zamanda Almanya ve Türkiye’de de birçok ödül kazanmıştır.
Pandora’nın Kutusu (2008 – Yeşim Ustaoğlu)
Sinemamızın özgün kadın yönetmenlerinden olan Yeşim Ustaoğlu, her filmiyle başarıdan başarıya koşan ender isimlerden biri. O, yalnızca kazandığı ödüllerle değil filmlerine yerleştirdiği politik eleştirilerle de her daim takdir toplayanlardan.
Filmin konusuna gelecek olursak; birbirleriyle olan iletişimlerini neredeyse koparmış üç kız kardeşin, kaybolan annelerini bulmak üzere büyüdükleri eve geri dönmeleriyle başlayan film, beraberinde bir iç hesaplaşmayı ve geçmiş günlerin muhasebesini de beraberinde getirmektedir. Bu dakikadan itibaren etkileyiciliğini bir üst noktaya çıkaran ve karakterleri vesilesiyle de zevkle izlenebilen bir film olarak karşımıza gelen Pandora’nın Kutusu, adıyla müsemma bir şekilde o kutudan çıkan gizemin peşinden gitme yolunu seçmiştir.
Ülke çapında birçok övgü kazanan ve ününü yurt dışına taşımayı başaran film, Fajr Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ve 56. San Sebastian Film Festivali’nden de de En İyi Film Ödülü ile dönerek başarısını tüm dünyaya kanıtlamıştır.
Üç Maymun (2008 – Nuri Bilge Ceylan)
Türk Sineması’nı son dönemde dünyaya tanıtan yönetmen olarak da lanse edebileceğimiz Nuri Bilge Ceylan’ın 2008 yılında çektiği Üç Maymun’da en az diğer filmleri kadar ödül avcısı bir yapım hüviyetinde.
Yavuz Bingöl, Hatice Aslan ve Ercan Kesal’ın başrolleri oynadığı film, yoğun bir varoluş sancısını beraberinde getirmenin yanı sıra, adıyla müsemma bir şekilde üç maymunu oynamanın vermiş olduğu sıkıntılı süreci de izleyenlerine aktarmaktadır. Minimalist bir aile dramı olan ve her bir saniyesindeki kasvetli duruşuyla iç karartan film, sinemamızda eşi benzerine az rastlanacak türden bir yönetmenliği de beraberinde getirmektedir. Nitekim Nuri Bilge Ceylan bu filminde, adeta sinematografik anlamda bir görsel şölen yaşatmış ve kısmen zayıf olarak nitelendirilebilecek bir hikâyeyi, anlatış biçimiyle göklere çıkarmayı başarmıştır.
Nitekim onun Üç Maymun’da ortaya koyduğu bu performans, Cannes Film Festivali’nin o yıl ki En İyi Yönetmen Ödülü’nü Nuri Bilge Ceylan’a getirmiştir. Film her ne kadar birçok festivalden ödülle dönmüş olsa da yönetmenin Cannes’da yapmış olduğu teşekkür konuşması, bu ödülün farklı bir yere konumlanmasına olanak sağlamıştır. Birçoğunun hatırlanacağı üzere Nuri Bilge, ödülünü Sean Penn’in elinden aldıktan sonra, “Bu ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum” demiştir ve uzunca bir süre Türkiye’de gündem olmayı başarmıştır.
Çoğunluk (2010 – Seren Yüce)
Türk Sineması’nın son yıllarda çıkardığı en muazzam filmlerden biri olan ve adıyla müsemma bir şekilde toplumun çoğunluğunu anlatmasıyla türevlerinden ayrılan film, uzun yıllar yönetmen yardımcılığı yapan Seren Yüce’nin ilk uzun metrajlı çalışması.
Orta sınıf bir muhafazakâr aileyi odak noktasına alarak, farklı yaş gruplarındaki bireylerin yaşayış biçimlerini yansıtan Çoğunluk, esasen toplumda karşımıza çıkması kuvvetle muhtemel klasik bir ailenin anlatısı niteliğindedir. Milliyetçi bir baba ile apolitik oğlunun oradan oraya sürüklenişinin hikâyesi bir yandan izleyenlerine oldukça tanıdık gelirken bir yandan da realist tavrıyla hayranlık uyandırmayı başarıyor.
Nitekim Seren Yüce yönetmenliğinde çekilen Çoğunluk, hala adından övgüyle bahsedilen bir ilk film olmasının yanı sıra, yerli-yabancı birçok festivalden aldığı ödüllerle de adından sıkça söz ettirmiştir. 67. Venedik Film Festivali’nden Geleceğin Aslanı ödülünü alan film aynı zamanda Mumbai Film Festivali’nde de En İyi Film Ödülü’ne layık görülmüştür.
Settar Tanrıöğen ve Bartu Küçükçağlayan başrolleri paylaştığı Çoğunluk, üzerine sıkça düşünülmesi gereken; teknik anlamda zaafları olsa da hikâyesel anlamdaki başarısıyla dikkat çeken sinemamızın en özgün filmlerinden biridir.
Bal (Semih Kaplanoğlu – 2010)
Semih Kaplanoğlu’nun “Yusuf Üçlemesi” adını verdiği üçlemenin son halkası olan Bal, diğer iki filmin üzerine koyarak gelen ve bunu da ödüllerle taçlandıran bir yapım olarak öne çıkmaktadır.
Okula yeni başlayan Yusuf ile arıcılık yapan babasının, ormanın derinliklerinde yaşadıklarını odak noktasına alan Bal, oldukça duru bir anlatıma sahip olmasının yanı sıra duygusal yoğunluğunu olanca gerçekçiliği ile aktarması hasebiyle başarılı olarak addedebileceğimiz bir film. Nitekim Semih Kaplanoğlu’nun yarattığı hikâyeleri anlatmadaki başarısı da bir önceki filmleriyle birlikte ispatlanmıştır.
Bal’ın, kendine has anlatımı ve üst düzey sinematografisi filmi uluslararası alanda da büyük bir üne kavuşturmuştur. Keza film, 2010 yılında düzenlenen 60. Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ile dönerek bir anda ülke gündemine oturmayı başarmıştır. Ülke içerisinde kazandığı övgünden sonra 2011 yılında düzenlenen 13. River Run Uluslararası Film Festivali’nden de En İyi Film ve En İyi Görüntü Yönetmeni ödüllerini kucaklayan Bal, sinemamızın son yıllarda dünyaya pazarladığı en başarılı filmlerden biri olarak da anımsanmaktadır.
Bir Zamanlar Anadolu’da (2011 – Nuri Bilge Ceylan)
Malum, Nuri Bilge Ceylan demek ödül demek artık. Çektiği her filmle olay yaratan ve dünya genelinde hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip olan Nuri Bilge Ceylan’ın 2011 yılında çektiği Bir Zamanlar Anadolu’da birçokları için yönetmenin filmografisinin en iyisi!
Usta yönetmen bu sefer kamerasını, Anadolu’nun ücra bir köyünde işlenen cinayete çeviriyor. Nitekim onun favori oyuncularından ve aynı zamanda yakın arkadaşı da olan Ercan Kesal’ın doktorluk yaptığı zamanda başına gelen bir hadiseden beraber senaryolaştırdıkları film, bu sefer yalnızca biçemiyle değil aynı zamanda etkileyici hikâyesiyle de ilgi odağı olmayı başarmıştır.
Başrollerini Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel ve Muhammet Uzuner’in paylaştığı film, başından sonuna dek karanlık bir atmosferde geçerken, izleyenlerine de gerilimli bir hikâye servis etmeyi başarıyor. Nitekim filmin A’dan Z’ye doğru tasarlanmış olması ve Nuri Bilge Ceylan’ın tüm o karanlık atmosferi yansıtmadaki başarısı, kazanılan birçok ödülü de beraberinde getirmiştir.
Bir Zamanlar Anadolu’da 2011 yılında düzenlenen 64. Cannes Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü’yle dönmesinin yanı sıra, 27. Uluslararası Haifa Film Festivali’nden En İyi Film ve 6. Asya Pasifik Film Ödülleri’nde de Jüri Özel Ödülü’nü kucaklayarak uluslararası alanda da başarısını ispatlamıştır.
Tepenin Ardı (2012 – Emin Alper)
Yalnızca kişilerin değil aynı zamanda özel kurumların hatta devletlerin dahi en büyük problemi; yarattıkları hayali düşmanlarla girdikleri savaşlar olmuş durumda. Bu hayali düşmanlar, onunla savaşanların tüm hayatını değiştirmekle kalmıyor adeta şizofrenik bir sancıyı da beraberinde getiriyor. İşte Tepenin Ardı, yaratılan bu hayali kahramanı anti-militarist bir tutumla anlatarak, ülke sinemasının son yıllarda ortaya koyduğu en muazzam filmlerden biri olmayı başarıyor. Bu başarısını da ödüllü Türk filmleri listesine girerek taçlandırıyor.
Yönetmenliğini Emin Alper’in yaptığı, başrollerini Berk Hakman, Mehmet Özgür, Tamer Levent ve Reha Özcan’ın paylaştığı film, ilk dakikasından son dakikasına kadar gizemini koruyan ve bununla da yetinmeyerek vermek istediği mesajı tam gediğine oturtarak muadillerinden ayrılmayı başarmıştır. Nitekim filmin bu başarılı tutumu, birçok festivalden de övgüyle dönmesine olanak sağlamıştır.
İlginizi Çekebilir: En İyi Türk – Yabancı Gençlik Filmleri Listesi
Tepenin Ardı, yerli festivallerdeki başarısının ardından dünyaya açılmış; 7. Asya Pasifik Film Ödülleri ve 19. Palic Avrupa Film Festivali’nden En İyi Film; 18. Saraybosna Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü, 47. Karlovi Vary Festivali’nden En İyi Asya Film Ödülü ve 12. Osian’s Cinefan Film Festivali’nden de En İyi İlk Film ödülünü kucaklayarak şöhretine şöhret katmayı başarmıştır.
Yeraltı (2012 – Zeki Demirkubuz)
Türk Sineması’nın en nevi şahsına münhasır isimlerinden olan ve karanlık filmleriyle tüm sinemaseverlerin gönlünü fethetmeyi başaran Zeki Demirkubuz’un Dostoyevski’nin efsanevi kitabı Yeraltından Notlar’dan uyarladığı filmi Yeraltı da uluslararası alanda yüzümüzü güldüren filmlerden bir tanesi.
Başrolünde Engin Günaydın’ın yer aldığı ve Demirkubuz filmografisinin en özel filmlerinden biri olarak lanse edebileceğimiz Yeraltı, Muharrem’in eski dostlarıyla birlikte yiyeceği akşam yemeğini odak noktasına alır. Nitekim bu akşam yemeğinin öncesi ve sonrası, birçok iç hesaplaşmayı beraberinde getirmesinin yanı sıra, ego savaşlarının da gün yüzüne çıkmasına neden olacaktır. İnsani duyguları merkezine alarak filmler yapmayı tercih eden Zeki Demirkubuz, bir kez daha en zayıf varlık olan insanoğlunun zaaflarını dışa vurmasını anlattığı eşsiz bir filmi izleyenlerine armağan etmiştir.
Gösterildiği her yerde alkış toplayan Yeraltı aynı zamanda, 9. Uluslararası Dubai Film Festivali ve 12. Osian’s Cinefan Film Festivali’nden de En İyi Film Ödülü ile dönerek, göğsümüzü kabartmayı başarmıştır.
Küf (2012 – Ali Aydın)
Başrollerini son dönemin gözde oyuncularından Ercan Kesal, Muhammet Uzuner ve Tansu Biçer’in paylaştığı Küf, demiryollarında bekçi olarak çalışan bir babanın 18 yıldır kayıp olan oğlunu bulma umudunu odak noktasına alır. Ne var ki, bu öyle hiç de kolay bir olayı temsil etmez. Psikolojik gelgitlerin revaçta olduğu yer yer de politik eleştirileri beraberinde getiren Küf, kuşkusuz sinemamızın son yıllardaki en başarılı filmlerinden biridir.
Ali Aydın’ın ilk yönetmenlik tecrübesi olan film, umut kavramını kendine has bir üslupla işlerken, sade atmosferiyle de övgüyü fazlasıyla hak ediyor. Nitekim film, tüm bu ayakları yere sağlam basan tavrının karşılığını da birçok festivalden ödülle dönerek taçlandırmayı başarmıştır.
Küf, dünyanın en prestijli festivallerinden biri olarak kabul gören Venedik Film Festivali’nden Geleceğin Aslanı ödülünü kucaklarken; 53. Uluslararası Selanik Film Festivali’nden Gümüş İskender ve 13. Frankfurt Film Festivali’nden de En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini kazanarak ne denli başarılı bir yapım olduğunu da tüm dünyaya ispatlamıştır.
Sivas (2014 – Kaan Müjdeci)
Ülkemizin son dönemde yetiştirdiği genç ve başarılı sinemacılardan biri olan Kaan Müjdeci’nin çektiği Sivas, başarısını Türkiye sınırlarının dışarısına taşıyanlardan. 11 yaşındaki küçük bir çocuğun Sivas isimli bir kangal köpeği ile başlayan dostluğunu odak noktasına alan film, minimalist yapısı ve duygu yoğunluğuyla muadillerinden ayrılmayı başarmaktadır.
Soğuk bir atmosferde geçen ve izleyenlerini yerine çivileyen öyküsüyle dikkat çeken Sivas, her ne kadar Kaan Müjdeci’nin ilk uzun metrajı olsa da, adeta usta işi bir yönetmenin elinden çıkmışçasına arz-ı endam ediyor. Bu da haliyle, filmin geniş kitleler tarafından övgüyle karşılanmasına olanak sağlamaktadır.
Sivas, özellikle 71. Venedik Film Festivali’nden aldığı Jüri Özel Ödülü ile ismini tüm dünyaya duyurmuştur. Tabii onun yurt dışında aldığı ödüller Venedik ile de sınırlı değil. Aynı zamanda, 8. Uluslararası Abu Dabi Film Festivali’nden de En İyi Senaryo ve En İyi Erkek Oyuncu kategorilerinden ödüle ulaşarak, ününe ün katmayı başarmıştır.
Kış Uykusu (2014 – Nuri Bilge Ceylan)
Sinemamızın yüz akı isimlerinden olan Nuri Bilge Ceylan, kuşkusuz ki Yılmaz Güney’in Yol’unun kazandığı başarılara en yakın sinemacı olarak yıllar yılı anıldı. Nitekim birçok defa Altın Palmiye ödülü için adı geçse de Nuri Bilge Ceylan’ın bu ödülü kazanması, 2014 yılına tekabül edecekti.
Anton Çehov’un öykülerinden esinlenerek senaryolaştırılan Kış Uykusu, yönetmenin tüm sinemasından alışılagelmiş şekilde minimalist izler taşımakla birlikte, diyalogların en yoğun olduğu filmi olarak da ayrışmaktadır. Nitekim Kış Uykusu, 3 saat 16 dakikalık uzun süresine rağmen bir an olsun sıkmayan bunu da etkileyici ve düşündürücü diyaloglarıyla başaran bir film olarak öne çıkmaktadır. Sahi Kış Uykusu’nu izlerken, hangimiz destansı bir roman okuyormuş hissine kapılmadık ki!
Başrollerini sinemamızın usta isimlerinden Haluk Bilginer ve Demet Akbağ’ın paylaştığı film, aynı zamanda Gökhan Tiryaki yönetmenliğindeki görüntüleriyle de adeta izleyenlerine görsel bir şölen sunmayı da ihmal etmiyor. Tüm bunları toparladığımız zaman, a’dan z’ye bir başyapıt edasında arz-ı endam eden Kış Uykusu için, kazandığı ödüller ve hak ettiği övgüler de rastlantı olmaktan çıkmaktadır.
2014 yılında düzenlenen 64. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülüne uzanan film, kuşkusuz sinema tarihimizin en önemli başarılarından birinin altına da imzasını atarak ölümsüz bir eser halini almıştır.
Abluka (2015 – Emin Alper)
İlk filmi Tepenin Ardı ile adından sıkça söz ettiren Emin Alper’in ikinci filmi de en az ilki kadar sansasyonel. Bu sefer kamerasını, 20 yıl sonra tahliye olan Kadir’in yaşadıklarına çevirir. Ancak masumane bir hayat yaşamak için hapishaneden dışarı çıkan Kadir, yine kendini ilginç olaylar silsilesinin ortasında bulacaktır.
Özellikle Emin Alper’in iyiden iyiye ustalaşan sinema dilinin beyazperdeye aktarımı olan Abluka, geçtiğimiz yılın en çok konuşulan yerli filmlerinden biri olmayı başarmıştır. Onun ülkede bu denli adından söz ettirmesi yurt dışında kazanılacak başarıların da adeta habercisi niteliği olmuştur.
Abluka, 9. Asya Pasifik Film Ödülleri ve 72. kez düzenlenen Venedik Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü’nü kucaklayarak, adını uluslararası arenada başarı kazanan ender filmlerimiz arasına yazdırmayı başarmıştır.
Albüm (2016 – Mehmet Can Mertoğlu)
“Ben bir sinema profesyoneli değil, sinefilim” sözleriyle kendini tanımlayan yönetmen Mehmet Can Mertoğlu’nun ilk uzun metrajlı projesi Albüm, kuşkusuz 2016 yılının en çok ses getiren yerli projelerinden biri. Nitekim Albüm, hem Roy Andersson filmlerini anımsatan tavrıyla hem de üzerine giydiği kara mizah zırhıyla tadına doyulmaz bir seyirliği izleyenlerine vadediyor.
Türk bürokrasisine ve klasik aile yapısına kendine has bir eleştiri getiren film, yapaylıktan uzak tavrının yanı sıra, mizahi atmosferiyle de vermek istediği mesajı gediğine oturtmayı başarıyor. 2016 yılında Adana Film Festivali’ne damgasını vuran ve izleyen herkesi kendisine hayran bırakan Albüm, yurt dışında da adından söz ettirmeyi başarmıştır.
Cannes Film Festivali’nde Eleştirmenler Haftası bölümünde yarışan ve burada En Yenilikçi Yönetmen Ödülü‘nü alarak, gümbür gümbür gelen ayak seslerinin ilk mesajını veren Albüm, daha sonrasında ise Saraybosna Film Festivali’nden En İyi Film ödülünü alarak adını dosta düşmana duyurmayı başarmıştır.
Ana Yurdu (2016 – Senem Tüzen)
İlk kitabını yazmak için doğduğu köyüne geri dönen ve modern yaşamı elinin tersiyle iten bir kadının, annesi ve toplumla yaşadığı ilişkiyi merkezine alan Ana Yurdu, geçtiğimiz yılın en çok ses getiren filmlerden bir tanesi olarak karşımızda.
En başta realitesini bir an olsun düşürmeyen tavrıyla ve daha sonrasında oyunculuklarının başarısıyla takdir toplayan Ana Yurdu’nun en göze çarpan kısmı ise kuşkusuz senaryosu. İnce elenip sık dokunduğu, henüz ilk dakikalarında kendi belli eden senaryo, izleyenleri filmin içine çekmekte oldukça büyük bir görevi sırtına yüklemektedir. Böylelikle hayatı ellerinden kayıp gitmekte olan bir kadının çaresizce debelenişi izleyenlerin daha derinlerine temas etmeyi başarmaktadır.
Ülkedeki birçok festivalden aldığı ödüller bir kenara, yurt dışında da adından sıkça söz ettiren Ana Yurdu, gerçek anlamda bir ödül canavarı olarak karşımızda. 16. Uluslararası Tiflis Film Festivali’nden En İyi Film, 9. Asya Pasifik Film Ödülleri’nden En İyi Senaryo, 31. Varşova Film Festivali’nden de En İyi Asya Film Ödülü ve FIPRESCI ödülünü kucaklayan Ana Yurdu, böylelikle kazandığı ödüllerle de başarısına başarı katmayı ihmal etmemiştir.