Türkiye’deki ilk gösterimini 2016 yılı başında düzenlenen 15.!f İstanbul’da yapan Kedi, o zamanlar pek ilgiyle karşılanmasa da sonrasında büyük bir şöhretin sahibi oldu. Film, yalnızca Amerika’da en çok izlenen Türk filmi olmakla kalmadı, aynı zamanda tüm zamanların yabancı dilde en yüksek hasılat yapan üçüncü belgeseli olmayı başardı. Türkiye de ise 9 Haziran 2017 tarihinde vizyona giren film, yalnızca 20.884 kişi tarafından izlendi.
Amerika’da ve tüm dünyada büyük sükse yapan bir belgeselin, Türkiye’de ilgisizlikle karşılanmasının yegane sebebi, belgesellere karşı olan negatif bakış açısı! Hal böyle olunca, biz de Ceyda Torun imzalı filmi izlemeniz için yeterli olacak 10 sebebi sizler için sıraladık. İşte, “Kedi’yi neden izlemeliyim” sorusuna sizler için verdiğimiz yanıtlar.
1 İstanbul’un Simgesi Kedilerin Hayatlarına Daha Yakından Tanıklık Etmek
Aslında, sokak kedilerinin, yalnızca İstanbul’un değil, Türkiye’nin de en büyük simgesi olduğunu dile getirmek mümkün. Eğer ki yurt dışından bir arkadaşınız, ilk defa ülkeye geliyorsa, onun ilk dikkatini çeken husus, sokakta başıboş gezen kediler olacaktır. Nitekim ülkemizde sokakta yaşayan hayvan sayısı herkesin malumu olmuş durumda.
Pekala, o kediler nasıl bir hayat sürüyor, karınlarını nasıl doyuruyor yahut günlerini nasıl geçiriyor hiç merak ettiniz mi? İşte, yönetmen Ceyda Torun, kamerasını kedilerin peşine takıyor ve gerçekçilikten ödün vermeyerek harikulade bir belgeselin altına imzasını atıyor. Böylelikle yıllardır sokak aramızda gezen, peşimizde miyavlayan kedileri, insan rolüne yerleştiriyor ve onların doğal hayatına daha yakından tanıklık edebiliyoruz. Bir başka deyişle, siz eve girdikten sonra kediler sokakta ne yapıyor sorusunu merak ediyorsanız, bu film tam size göre!
2 Hayvanseverlerin Oluşturduğu Optimist Bir Dünya
Hani literatüre geçmiş deyimler vardır; “Türk insanı misafirperverdir, Türk insanı yardımseverdir” diye. Kedi belgeselinin özelinde de insanımızın iyi kalpli oluşuna yakından şahitlik edebiliyoruz. Hem de en elitinden, en dar gelirlisine kadar. Düşünsenize, tüm hayvan düşmanlarının kapı dışarı edildiği, umudu fazlasıyla beraberinde getiren optimist bir dünya. İşte Ceyda Torun da bizlere en kaba tabirle, bunları vadediyor.
Bu noktada yönetmen Ceyda Torun’un alkışı hak ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İyi-kötü, zengin-fakir ayırt etmeksizin, toplumun her kesiminden bireyi hikayesine taşıyan yönetmen, böylelikle hayvan sevgisini, insanımızı birleştiren ortak bir payda olarak resmetmeyi başarmış. Nitekim filmin başından sonuna dek, hayvan sevgisini hayatının en önemli parçası haline getirmiş insanlara rastlamak mümkün. Esasen bu durumda, günden güne yozlaştığı söylenen halkımız adına umut dolmamızın önünü açıyor. “Hayvan seven insandan zarar gelir mi?” sorusunu tekrardan bizlere sorduran yönetmen, cebindeki son parayı dahi kedileri doyurmak için harcayan insanlarla, bam telimize dokunmayı başarıyor. Sahi, bu kadar çok iyi kalpli insanın yer aldığı filmi izlememek onlara bir haksızlık olmaz mı?
3 İstanbul’u Kuşbakışı Seyretmek
Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, birçok önemli hadiseyi yaşamış İstanbul’a tepeden bakmak, şehrin dokusuna yakından tanıklık etmek istiyorsanız, Kedi tam size göre bir belgesel. Evet, film her ne kadar şehrin kedilerini merkezine alsa da bir yandan da İstanbul’a hak ettiği değeri biçmeyi es geçmiyor. Nitekim binaların yüksek noktalarında gezinmeyi kendisine adet edinmiş kediler vesilesiyle, bu tarih kokan şehre kuşbakışı bakmak mümkün hale geliyor.
Yönetmen Ceyda Torun, bir yandan kedilerin oradan oraya koşturan ruh halini izleyenlerine aktarırken, diğer yandan da İstanbul’un her an yaşayan atmosferini incelikle işliyor. Böylelikle birçok yerli filmde göremediğimiz derecede özgün görüntülere şahitlik etmek ve bu harikulade sinematografiye hayran olmak da kaçınılmaz bir süreç halini alıyor. Eğer ki İstanbul’un kalabalığından şikayet edenlerdenseniz, şehrin ne denli estetik bir yapıya sahip olduğunu hatırlamak adına Kedi’yi kaçırmamanızı şiddetle tavsiye ediyoruz. Hatta iddia ediyoruz ki, Kedi belgeselinden sonra İstanbul’un anbean yaşayan yapısına bir kez daha hayran olacaksınız.
4 Kötü Kedi Şerafettin’i Yaratan Adam: Bülent Üstün
Kedi belgeseli, farklı hayatları ve başka yaşanmışlıkları kesitler halinde izleyicisine aktaran bir film. Nitekim bu süre zarfı içerisinde, Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt, ressam Elif Nurşad gibi ünlü simalar, varlıklarıyla filme renk katanlardan. Ancak içlerinden biri var ki, gerek nevi şahsına münhasır tavırlarıyla gerekse özgün mizahı ile filmin temposunu bir anda nirvanaya çıkarmayı başarıyor.
Kötü Kedi Şerafettin‘i yaratan karikatürist olarak da bilinen Bülent Üstün, hayatına kedilerin nasıl dahil olduğunu, eğlenceli üslubuyla anlatıyor ve yüzlere bir tutam tebessüm serpiştiriyor. Esasen onun farklı ve eşi benzerine rastlanılmayacak samimi tavırları, Kedi belgeselinin en önemli söylemlerini de beraberinde getiriyor. Kediye dostça yaklaşılmasını öğütleyen, yetinmeyerek onları bir arkadaş statüsüne yerleştiren Bülent Üstün, belgeselin de gülen yüzü olarak farkını ortaya koymayı başarıyor. Sahi, Kötü Kedi Şerafettin gibi bir efsaneyi yaratan adamdan, kötü bir şey beklemek mümkün mü?
5 Yönetmen Ceyda Torun’un İşine ve Kedilere Aşık Tavrı
Henüz ilk uzun metrajı için kamera arkasına geçen Ceyda Torun, esasen ileride kült mertebesine ulaşması muhtemel bir filmin altına imza atmış durumda. Bunun başlıca sebebi, onun merkezine aldığı kedilere karşı beslediği sevgi ve sinemayı karşılıksız sevmesi. Tam anlamıyla bir hayvansever olarak tanımlayabileceğimiz yönetmen, film çekimleri sırasında deyim yerindeyse kedilerle yatıp, kedilerle kalkmıştır.
Nitekim bu durumdan büyük keyif aldığını defalarca kez deklere eden Ceyda Torun, böylelikle işini aşkla yapan yönetmenler sınıfındaki yerini de almıştır. İnsanlara tepeden bakmayan, aksine Reha Erdem gibi bir ustanın tedrisatından geçerek bugünlere gelmiş bir yönetmenden bahsediyoruz neticede. Sahi, Ceyda Torun’un kedilere beslediği aşk ve ortaya koyduğu film samimi olmasında ne olsun?
6 80 Dakikalık Kısa Süresi ve Sürükleyiciliği
Türk sinemasının son yıllardaki çalışmalarına göz attığımızda, ne yazık ki gereksizce uzatılmış sahnelere ve neticesinde insanı sıkıntıya sürükleyen filmlere bolca rastlıyoruz. Ne var ki Kedi’nin özelinde böyle bir şeyden söz etmek mümkün değil. Aksine 80 dakika gibi kısa sayılabilecek süresini oldukça efektif kullanan film, bir an olsun sıkıntıya mahal vermiyor ve izleyicisini anbean diri tutmayı başarıyor.
Film için her ne kadar kısa bir süreye sahip olduğu yorumu yapsak da, çekimler boyunca 180 saatlik görüntü kaydettiklerini de belirtelim. Ceyda Torun ve ekibi, İstanbul’u ve İstanbul’un kedilerini didik etmiş ancak yalnızca gerek duyduğu görüntüleri kullanmış ve böylelikle filmin sürükleyiciliğini de doruk noktasına çıkarmıştır. Esasen filmin takındığını bu tavır, muadillerine örnek olarak gösterilebilecek bir davranışı da beraberinde getirmektedir.
7 İçinizi Isıtacak Bir Samimiyet
Malum, günümüz sinemasının en büyük problemi, duyguyu karşı tarafa aks ettirememesinde gizlidir. Bunun en büyük nedeni, sinemanın gitgide büyük bir endüstri halini alması ve filmlerin yalnızca para kazanmak adına çekilmesidir. Gelgelelim ki kedilere olan sevgisini verdiği her röportajda ortaya koyan Ceyda Torun, samimiyetini anbean hissettirdiği bir filmi izleyicisine sunmaktadır. En başta film, fazlasıyla sürreal bir atmosfere eğilmiyor. Aksine İstanbul’un var olan yapısını bir kez daha gözler önüne seriyor. Mahalle araları, esnaflar, yüksek binalar derken, kendimizi bir anda tanıdık, bildik bir ortamda buluveriyoruz.
Üstüne üstlük, Türkiye’de yaşayan her bir bireyin yakından tanıdığı kedilere bir arkadaş gözüyle bakabilmek de filmin doğallığını arttıran bir etmen olarak öne çıkıyor. Tüm bunlara ek olarak, film boyunca fazlasıyla yer verilen hayvanseverlerin içten tavırları da Kedi‘yi naif bir anlatı sınıfına büründürüyor. Evet, film yer yer güldürüyor, yer yer ise kedilere karşı olan sevgimizi iki katına çıkarmamıza vesile oluyor. İddia ediyorum; filmin samimiyetinden o denli etkileneceksiniz ki, final jeneriğinden sonra ilk bulduğunuz kediye kocaman bir şekilde sarılacaksınız. Böylesine tebessüm ettiren bir filme sıkı sıkıya bağlanmayalım da ne yapalım, taş mı olalım?
8 Filmin Getirdiği Özgürlük Hissi
Bir sanat eserinin, alıcısına kattığı en büyük değer, hiç şüphe yok ki duygu durumunu etkilemesidir. Filmin özeline döndüğümüzde ise, oradan oraya sürüklenen kediler vesilesiyle özgürleştiğinizi anbean hissedebilirsiniz. Nitekim film boyunca kedilerin özgür ruhuna, vurdumduymaz tavrına fazlasıyla vurgu yapılmış vaziyette. Onların bu haleti ruhiyesi ise, insanoğlunu harekete geçirmeye teşvik edecek türden.
Kedilerin peşine takılıp, kendinizi İstanbul sokaklarına bırakmak ve arkanıza bakmadan tutarsızca hareket etmek isteyebilirsiniz. Nitekim filmi bu nedenle bir belgeselden daha fazlası olarak tanımlamakta mümkün gözüküyor. Kendinizi kedilerin özgür dünyasına bırakmak ve onların arkadaşlığı sayesinde zincirlerinizi bir kenara fırlatmak için daha ne bekliyorsunuz?
9 İzleyeni Geçmişe Doğru Yolculuğa Çıkaran Harikulade Müzik Listesi
Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım. Bir filmi seyre değer kılan en önemli hususların başında yerinde kullanılan müzikler gelmektedir. Bu müzikler, kimi zaman hikâyenin büyüsüne ortak ederken, kimi zamanda sizi filmden soğutan en önemli detay halini alabilmektedir. Kedi’nin özeline geldiğimizde ise, vadedilen tınının izleyeni çocukluğuna götürdüğü gerçeği ile karşılaşmaktayız. Barış Manço’nun Arkadaşım Eşek‘inden, MFÖ’nün Peki Peki Anladık‘ına kadar, dillere pelesenk olmuş birçok şarkıyı rastlamak, filmle ilgili daha yakın bir bağ kurmamıza vesile oluyor.
Özellikle 80 ve 90’larda çocuk olanların Barış Abi’sinin sesini filmde duymak, deyim yerindeyse kulakların pasını siliyor. Bu noktada yönetmen Ceyda Torun’a da ayrı bir parantez açmak gerekir. Nitekim yönetmen, müzikleri tam gerektiği anda devreye sokarak, hikayenin albenisini daha yukarılara çekmeyi başarıyor. Bu da Kedi’yi, basit bir belgeselden öteye taşıyor ve iç ısıtan bir haleti ruhiyenin içini yerleştiriyor.
1 Filmin Yarattığı Sükse
Yurt dışında bir filmimizin sevilmesine açıkçası pek alışık değiliz. Cannes etkisiyle, Nuri Bilge Ceylan‘ın Fransa’da ülkemizden daha fazla gişe yapmasını bir kenara koyarsak, böylesi bir durumla neredeyse ilk defa karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Amerika gibi, altyazılı film izlemekten ölesiye nefret eden bir seyirci kitlesine, Türkçe bir belgeseli izletebilmek, azımsanmayacak derecede büyük bir başarı.
Nitekim filmin popülaritesinin yalnızca Amerika ile sınırlı kalmadığını söylemekte yarar var. Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar filmin adından söz ettirmeyi başardığını söyleyebiliriz. Hal böyle olunca da filmin ülkemizde beklediği ilgiyi görememesi, açıkçası üzücü bir durumu da beraberinde getiriyor. Farklı çekim tekniği, içten anlatısı ve insan-kedi arasında vuku bulan dostluğa açtığı parantezi baz alırsak, Kedi izlenmeyi fazlasıyla hak eden ve gördüğü değeri boşa çıkarmayacak derecede kıymetli bir iş. Sahi, yurt dışında el üstünde tutulan bir filmi, neden biz de izleyip göklere çıkarmayalım ki?
BONUS Filmin Malum Ortamlardaki Yerini Alması
Yanlış anlaşılmasın. Korsanı desteklemiyoruz. Ancak filmin vizyondan katlığını ve DVD’sini alacak gücünüzün olmadığı varsayarsak, geriye tek bir seçenek kalıyor; internete başvurmak. Nitekim filmin malum ortamlara düştüğünün müjdesini de verelim. Nitekim böylesine harikulade bir anlatıyı kaçırmak, sinemanın insani büyüleyen doğasına haksızlık olur. Siz siz olun, ne şekilde olursa olsun, Kedi’yi izlemekten kendinizi alıkoymayın. Pişman olmayacaksınız!