Malum, kitap uyarlamalarının sinemadaki yeri her daim bambaşka olmuştur. Güçlü yazılmış karakterler, sağlam bir olay örgüsü ve insanın bam teline dokunan bir vuruculuk… İyi bir sinema filminin, en güçlü tarafının senaryo olduğu aşikâr. Hele bir de bu senaryonun güçlü bir kalemin elinden çıkmış, sağlam bir kitap gibi dayanağı varsa; o filme karşı beklenti henüz en başta fazlasıyla artmaktadır. Yıllar yılı birçok usta edebiyatçının eserlerini sinemada görme fırsat yakaladık. Ancak içlerinden birinin kelimelerini beyazperdede kanlı canlı görebilmek, eşsiz bir büyüyü de beraberinde getiriyordu. İşte bahsettiğimiz bu kişi tam olarak Jane Austen…
Aşkın en saf halini, duygulu bir biçimde işleyen kitaplarıyla klasik edebiyatçılar arasında özel bir yere sahip olan Jane Austen’i ve kitaplarından uyarlanmış en iyi filmleri hangileri, dilerseniz daha yakından tanıyalım.
- Jane Austen Kimdir?
- En İyi Jane Austen Filmleri
- Sense and Sensibility (Aşk ve Yaşam – 1995)
- İlginizi Çekebilir :
- Emma (1996)
- Mansfield Park (1999)
- İlginizi Çekebilir :
- Kandukondain Kandukondain (2000)
- Pride & Prejudice (Aşk ve Gurur – 2005)
- Becoming Jane (Aşkın Kitabı - 2007)
- İlginizi Çekebilir :
- Persuasion (2007)
- Northanger Abbey (Manastırda Aşk – 2007)
- BONUS: Pride and Prejudice and Zombies (2016)
Jane Austen Kimdir?
1775 yılında İngiltere’nin Steventon, Hampshire kasabasında dünyaya gelen Jane Austen, birçok okul değiştirdiği öğrenim hayatını nihayet, kadınlara özgü bir manastırda sonlandırmıştır. Henüz oldukça genç yaşlarda eline kalem ve kâğıt alan, daha sonrasında ise kendini kelimelerin büyüsüne bırakan Jane, roman yazmaya 1789 yılında başlamış ve deyim yerindeyse hayatın anlamını bu dakikada keşfetmiştir.
Yazmayı, hayatının en büyük tutkusu haline getiren ve birçok romanın altına imzasını atan Jane Austen’i muadillerinden ayıran yegâne unsur ise kitaplarında kadınlara geniş bir yer ayırması ve insanların zaaflarını mizahi bir dille ele almasında gizlidir. Nitekim bir Jane Austen kitabı okuyorsanız, başrolde yer alan kadının, git gide mutluluğa evirilecek bir hayatı olduğunu da bilirsiniz. Aynı şekilde, kendinizi saf sevginin gücüne bırakırken, bir yandan da içinde yer alan taşlama unsurlarıyla tebessüm edeceğiniz aşikârdır.
Kadınların ikinci sınıf bir insan muamelesi gördüğü zaman diliminden çıkagelen ve yarattığı cesur karakterler vesilesiyle popülaritesini çağın dışına taşımayı başarmıştır. Jane Austen’in bu denli ilgi çekiciliğini taçlandıran bir diğer husus ise yarattığı kadın karakterlerin özgünlüğü ve aşka olan inançları olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle ölümünden itibaren adını git gide duyuran ve deyim yerindeyse kendisini ölümsüzler arasına yerleştiren yazar, hala günümüzün en çok okunan isimlerinden biri olarak da öne çıkmaktadır. Aynı zamanda en popüler kitaplar arasına birkaç tane eseriyle girmeyi de başarmıştır. Sahi, onun gibi karakter tahlili yapan yahut saf aşkı böylesine muazzam betimleyen kaç tane daha yazar var ki?
Kalemi böylesine güçlü bir yazarı, beyazperdede görmek ise eşine az rastlanacak türden bir hayranlığı da beraberinde getirmektedir. Nitekim bir filmin ilk adımının senaryo olduğunu söylemeye gerek dahi yok. Onun usta bir büyücüyü andıran tavrıyla kaleminden çıkan kelimeleri, senaryo olarak karşımızda görmek ise insanı büyük bir hayal dünyasının ortasına sürüklemeyi başarmaktadır. Durum böyle olunca da Jane Austen’in kaleminden uyarlanan filmler, her daim ilgi çekmeyi başarmış ve genç-yaşlı demeden, herkes tarafından takip edilmeyi başarmıştır.
NOT: Madem bu kadar aşktan bahsettik, melankolikleştik. Sitemizdeki aşk filmleri, aşk kitapları, aşk şiirleri ve aşk testi içeriklerini de mutlaka ziyaret etmenizi öneririz.
En İyi Jane Austen Filmleri
Belki de kitapları en çok uyarlanan yazarlardan olan Jane Austen’in romanlarını, televizyonda bir dizi olarak görebilir, yahut ucuz bir prodüksiyonda sırıtırken de yakalayabilirsiniz. Ancak, onun ustalıkla çekilmiş filmleri de azımsanmayacak kadar fazla ve değerli. Dilerseniz, beyazperdeye defalarca kez uyarlanan ancak sinematografisiyle de üst düzey bir bütün haline gelebilen Jane Austen uyarlamalarına hep birlikte göz atalım ve onun eşsiz kalemi vesilesiyle tekrardan büyülü bir yolculuğa çıkalım. İşte en iyi ve unutulmaz filmleri ile Jane Austen karşımızda…
Sense and Sensibility (Aşk ve Yaşam – 1995)
Jane Austen kitaplarının, özellikle teknolojinin gelişmesiyle birlikte daha modern bir anlatım tarzıyla huzurlarımıza geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun ilk ve en önemli örneğinin de 1995 yılında izleyicisi ile buluşan Sense and Sensibility olduğu aşikâr.
Mr.Dashwood ölmüş ve geriye eşiyle birlikte Elinor, Marianne ve Margaret isimli üç kızı kalmıştır. Bu yalnız dört kadının hayat mücadelesine başladığı an tam olarak bu noktadır. Çünkü Mr.Dashwood’un mirası, eski eşinden olma oğlu John’a kalmıştır. Fazlasıyla aç gözlü olan bu genç adam, annesini de alıp, üvey ailesinin olduğu eve taşınınca olaylar iyice içinde çıkılmaz bir ruh haline bürünür.
Sınıfsal çatışmaların ortasında geçen ve kendi ayakları üzerinde durmak mecburiyetinde kalan dört kadının hikâyesinin anlatıldığı film, bir yandan da kız kardeşlerim aşk hayatını merkezine alarak, izleyenlerine içten bir hikâye servis etmeyi ihmal etmemektedir.
İlginizi Çekebilir :
Özellikle kız kardeşlerden Elinor ve Marianne’i merkezine alan hikâye, iki kardeşin duygusal ve mantıksal çerçevede eğildiği aşk hayatına da ayrı bir parantez açmaktadır. Onlar babalarının ölümünden sonra ser sefil bir şekilde ortada kalmış ve bu durumdan çıkmanın yollarını kendine has bir şekilde arayan iki kardeştir esasen.
Jane Austen romanlarından alışılagelmiş şekilde, aşkın ve güçlü kadın karakterlerin her daim gün yüzünde olduğu filmin yönetmen koltuğunda Ang Lee otururken, başrollerde ise Emma Thompson, Kate Winslet ve Hugh Grant gibi günümüzün tanınmış simaları yer almaktadır.
Emma (1996)
Jane Austen’in ilk romanlarından olma özelliği taşıyan kitabı, odak noktasına aldığı Emma karakteri vesilesiyle ve ayakları yere sağlam basan tavrıyla henüz ilk dakikalarda dikkatleri üzerine çekmeyi başarmaktadır.
Bir kez daha dönemin İngiltere’sine doğru izleyenlerini bir yolculuğa çıkaran film, çöpçatanlığı bir hayat gailesi haline getiren Emma’nın hikâyesine eğilirken, bir yandan da karakterin içinde bulunduğu çıkmaza da parantez açmaktadır. Nitekim o dik başlı ve kendi bildiğini okuyan bir kadın olmasının yanı sıra, kadınlık duygularını da olanca rahatlığıyla dışarı vurmaktan geri durmaz. Özellikle onun Mr. Knightley ile yakınlaşmasından sonra kabuk değiştiren hikâye, çöpçatanlığı ile meşhur Emma’nın, kaderini de bir anda farklı bir yöne doğru çekecektir.
Jane Austen’in zengin koca arayışındaki kadınlardan oluşan külliyatı içerisinde, oldukça farklı bir yere konumlandırabileceğimiz Emma, maddi olarak pek problemi olmayan ve özgüveni ile dikkat çeken bir karakter olarak öne çıkmaktadır. Onun nevi şahsına münhasır tanımları ise önce kitabı sonrasında ise filmi özgün bir eser olarak nitelendirmemize olanak sağlamaktadır.
Zeki ve varlıklı bir kız olan Emma’nın hikâyesinin beyazperdeye aktarıldığı filmin yönetmen koltuğunda Douglas McGrath otururken, Emma’ya hayat veren Gwyneth Paltrow ise endamı ile göz kamaştırmaktadır. Film aynı zamanda 1997 yılında düzenlenen Akademi Ödülleri’nde En İyi Müzik ödülünü alarak da başarısını taçlandırmıştır.
Mansfield Park (1999)
Jane Austen’in üçüncü romanı olarak karşımıza gelen Mansfield Park’ı, yazarın diğer kitaplarından ayıran yegâne unsur kölelik kavramına fazlasıyla yer ayırmasıdır. Özellikle modern zamanlara kadar dünyanın en büyük sorunsalı olan bu kavrama geniş yer ayırması, Jane Austen’in toplumsal hadiselere ne kadar duyarlı olduğunu da bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Küçük Fanny, daha rahat bir yaşam sürebileceği düşüncesiyle ailesi tarafından zengin akrabalarının yanına gönderilir. Ancak Fanny’nin geldiği bu şatafatlı malikanede, ona beklediğinden oldukça farklı şekilde davranılacaktır. Dört kuzeni ile birlikte büyüyen Fanny’ye yalnızca, Edmund iyimser bir şekilde davranır. Esasen, Edmund’un ona karşı takındığı nazik tavır, Fanny’i bu evde kalmaya ikna eden en önemli detay olarak da belirmektedir. Nitekim onların arasında başlayan bu dostluk, yıllar geçtikçe yerini tutkulu bir aşka bırakacaktır.
Fanny’nin tüm bu zor koşullar altında, kendini eğitmiş ve entelektüel bir yazar olmayı başarmıştır. O, kendisine bir hizmetçi gözüyle bakılan bu evde, köle ticareti ile uğraşan aile reisi Sir Thomas’ın ne şekilde zenginleştiğini gözlemleyerek de kendince ürettiği sorulara cevap aramaktadır.
İlginizi Çekebilir :
Bir yandan güçlü ve karşı konulamaz bir aşkı odak noktasına alan Masfield Park, güçsüz gibi görünen ancak kendine güvenen duruşuyla her defasında ayağa kalkması bilen Fanny aracılığı ile köleliğin getirilerine de dikkat çekerek, Jane Austen’in romanları içerisinde farklı bir noktada konumlanmayı başarmaktadır. Yönetmenliğini feminen filmleriyle tanıdığımız Patricia Rozema’nın üstlendiği filmin başrollerinde ise Frances O’Connor, Alessandro Nivola ve Johnny Lee Miller yer almaktadır.
Kandukondain Kandukondain (2000)
Tabii Jane Austen’in romanlarının yalnızca İngiltere ve Amerika ile sınırlı bir popülariteye sahip olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Nitekim o ününü tüm dünyaya yaymayı başarmış ve yarattığı güçlü kadın karakterler vesilesi ile de beyazperdeye aktarımı en fazla talep gören yazarlardan biri olmuştur. 2000 yılına gelindiğinde ise Jane Austen’in Sense and Sensibility romanının Bollywood versiyonu karşımıza çıkmaktaydı. Hint filmleri arasında Jane Austen desteğiyle şahlanan tek örnek olduğu da söylenebilir.
Malum, Sense and Sensibility içerdiği vuruculuk ve duygu yüklü tarafıyla, yıllar yılı hem beyazperdede hem de televizyonda karşımıza çıkan bir kitap. Ancak onu Bollywood’un kendine has soslarıyla ve günümüzün Hindistan’ında görmek, tarifi mümkünsüz bir cazibeyi de beraberinde getirmektedir. Yine iki kız kardeşin özeline eğilen ve ana hikâyeden şaşmamaya gayret gösteren Kandukondain Kandukondain, buna rağmen bir Jane Austen kitabını modern zamanlara uyarlayarak da anlatısını güçlendirmektedir.
Özellikle hikâyenin, yıllar yılı İngiliz sömürüsünde kalan Hindistan’da geçmesi de filmi çekici kılan bir başka detay. Nitekim bu durum, iki kültürün başarıyla harmanlanmasına olanak sağlamakla birlikte, hikâyenin orijinalliğinden sapmamasına da olanak sağlamaktadır. Nitekim böylesi bir deneme, Jane Austen romanlarının yalnızca bulunduğu coğrafya ile sınırlı olmadığını aynı zamanda ne denli evrensel değerler barındırdığını da bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Müzikleri ile öne çıkan ve büyüsü ile adeta izleyenlerini hikâyesinin içine çekmeyi başaran Kandukondain Kandukondain, bir Hint aşkından fazlası olarak karşımıza gelmeyi başarmaktadır. Yönetmenliğini ve senaryo uyarlamasını Rajiv Menon’un yaptığı filmin başrollerinde ise Mammootty, Ajith Kumar, Tabu ve Aishwarya Rai gibi isimler yer almaktadır.
Pride & Prejudice (Aşk ve Gurur – 2005)
Jane Austen’in televizyona ve sinemaya en çok uyarlanan romanlarından biri olan Pride & Prejudice, yazarın ölümünden dört yıl önce yayınlanmış ve belki de onun en çok ilgi çeken kitabı olmayı başarmıştır. Aynı zamanda en çok okunan dünya klasikleri arasına da gitmiştir. Nitekim bu destansı kitabın beyazperdeye aktarımının da en az hikâyesi kadar görkemli olduğunu en başta söylemekte yarar var. Ancak bu kitabın en muazzam uyarlamasının Joe Wright yönetmeliğinde 2005 yılında çekilen film olduğu aşikâr.
Bir kez daha 19. yüzyılın İngiltere’sine doğru bir yolculuğa çıktığımız film, şüphesiz dönemin ruhunu en realist şekilde aktarmasıyla henüz ilk dakikalarında ilgi odağı olmayı başarıyor. 5 kız kardeşin, aile ve dış çevreyle yaşadığı olaylar silsilesinin etrafını kurulu olan film özellikle Elizabeth Bennet’in dik başlı ama bir o kadar da masumane tavırları altından değer kazanmaktadır. Film bir yandan Elizabeth’in aşk hayatını odağına yerleştirirken, bir yandan da kızlarını zengin kocayla evermek için canla başla çalışan anne üzerinden bir taşlama geliştirmektedir. Nitekim filmin seyir zevkini yukarılara çıkardığı noktanın da burası olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Pride & Prejudice bir yandan gülümsetirken, bir yandan da saf sevginin değerini olanca içtenliği ile dışarı vurmayı başarmaktadır.
Fazlasıyla lirik bir eser olarak karşımıza gelen ve yalnızca hikâyesinin gücüyle değil aynı zamanda sinematografisi ile de hayranlık uyandırmayı başaran Pride & Prejudice, milenyumdan sonra ortaya çıkmış en muazzam aşk filmleri arasında başı çekenlerden biri olma özelliği de taşımaktadır. Tabii ki bunda Jane Austen’in usta kaleminin payı da tartışılmaz. Nitekim kitabın İngiliz topraklarında fazlasıyla sevilmesi filme karşı da pozitif bir yaklaşımı henüz en başta beraberinde getirmektedir.
Popülaritesini dünya geneline yaymayı başaran, Jane Austen’in şöhretini ikiye katlayan ve aşk kitapları arasında öne çıkan Pride & Prejudice, uyarlama senaryolar içerisinde, orijinalinden şaşmadan ilerleyebilmeyi başarmış ender uyarlamalardan biridir aynı zamanda.
Özellikle başrolde yer alan Keira Knightley ve Rosamund Pike’ın güzelliği ile büyülediği ve onların zarafetiyle izleyenlerini ekrana kilitleyen film, yönetmen Joe Wright’ın da içten ve saf duyguyu olanca realitesiyle yansıtan anlatımıyla değerli bir hal kazanmaktadır.
Becoming Jane (Aşkın Kitabı – 2007)
Jane Austen’ın kitaplarında, her daim kendi hayatından esinlenmelere tanıklık etmişizdir. Nitekim her bir sanatçı, ortaya koyduğu eserlerin kıyısında ya da köşesinde muhakkak ki kendinden bir şeyler katmayı da ihmal etmez. Ancak gelgelim ki Becoming Jane, yarı biyografik bir eser olarak karşımıza gelmekte ve yazarın hayatının ilk bölümünü odak noktasına almaktadır.
Jane, fakir bir ailede büyümüş genç bir kızdır. Onun tek yeteneği yazmaktır ancak bunun hiçbir getirisi olmadığı tüm çevresince dayatılmaktadır. O ise herkese kulağını kapatıp, yeteneğini tutkuya dönüştürmüş bir şekilde yazmaya devam ederken, bir yandan da hayatında yeni yeni var olmaya başlayan erkeklerle büyük bir imtihana girmek üzeredir. Nitekim Jane’in ailesi, onun zengin Wesley ile evlendirip, sınıf atlamanın hayallerini kurarken, Jane ise kalbini çoktan avukat Tom Lefroy’e kaptırmıştır. Bu dakikadan sonra saf aşkın büyüsüyle izleyenlerini içine çekme gayretine giren film, hikâyesinin de gücüyle bunu olanca içtenliğiyle başarmaktadır.
İlginizi Çekebilir :
Hayatı boyunca, kadınları ve onların hayatına giren erkekleri odağına alan kitaplar yazmayı tercih eden Jane Austen’in Becoming Jane isimli kitabı ise, onun hayatını romanlaştırdığı iş olarak edebiyat tarihindeki yerini almıştır. Tabii ki kitabın uyarlaması olan film, Jane’in edebi kariyerinden çok özel hayatına odaklanarak, aslında bir kez daha duru bir aşk hikâyesini izleyenlerini armağan etmektedir.
Yönetmenliğini Julian Jarrold’ın üstlendiği film, kuşkusuz izleyenlerinin bam teline dokunan anlatısıyla değer kazanmaktadır. Ancak burada parantez açmamız gereken isim ise Jane karakterine hayat veren güzeller güzeli Anne Hathaway. Nitekim genç oyuncu, bakışlarının sadeliğini karaktere aks ettirerek, izleyenlerin film ile olan bağının kuvvetlenmesine de olanak sağlamaktadır. Kevin Hood ve Sarah Williams tarafından senaryolaştırılan filmin bir diğer başrolü ise Filth ve Split filmleriyle son dönemde adından sıkça bahsettiren James McAvoy.
Persuasion (2007)
Jane Austen’in son romanı olma özelliği taşıyan ve ölümünden ancak bir yıl sonra yayınlanabilen Persuasion, uyarlaması en çok yapılan kitapların başında yer almaktadır. Her ne kadar bu romanın birçok uyarlaması yapılmış olsa da en tatmin edici versiyonu 2007 yılında, Adrian Shergold’un yönetmenliğinde ortaya çıkan bir televizyon filmine denk gelmiştir.
Henüz gençliğinin baharında olan Anne, endamıyla göz kamaştıran yakışıklı denizci Friedrich’e gönlünü kaptırmıştır. Ancak ne var ki bu genç adamın, maddi durumunun iyi olmaması, Anne’nin ailesi tarafından baskı altında kalmasına neden olmaktadır. Nitekim onun Friedrich ile evlenecek olmasının mutsuzluk ve sefalet getireceği düşünülmektedir. Henüz genç yaşındaki Anne’de ailesini dinler ve Friedrich’i terk eder. Ancak ne var ki yıllar sonra kasabaya geri dönen yakışıklı denizci Friedrich maddi olarak refaha ulaşmış ve parmak ısırtacak bir erkek haline dönüşmüştür. Peki, yıllar önce onu terk eden Anne’yi affedebilecek midir? İşte bu çıkmazın cevabını arayan Persuasion, bir yandan da Jane Auesten’in kitaplarından alışılagelmiş şekilde, saf bir aşk hikâyesini izleyenlerine sunmayı ihmal etmemektedir.
Yazarın tüm tecrübesiyle oluşturduğu karakterleri içinde bulunduran bir kitabın uyarlaması olarak karşımıza gelen Persuasion, her ne kadar düşük bütçeli bir televizyon filmi olsa dahi muadillerini aratmayacak düzeyde bir kaliteyi de beraberinde getirmektedir. Gerek dönemin ruhunu yansıtmada gerekse iki aşığın engel tanımaz duruşlarını olanca içtenliği ile aks ettirebilmesi Persuasion’ı Jane Austen uyarlamalarının en iyilerinden biri olarak adlandırmamıza olanak sağlamaktadır. Yönetmenliğini Adrian Shergold’un üstlendiği filmin başrollerinde Sally Hawkins, Alice Krige ve Anthony Head gibi isimler yer almaktadır.
Northanger Abbey (Manastırda Aşk – 2007)
Jane Austen’in yine nevi şahsına münhasır bir kadın vesilesiyle, aşkı ele aldığı hikâyesi Northanger Abbey, bir yandan da kendi özelinde geliştirdiği kapitalizm eleştirisiyle haklı bir şöhrete kavuşmuştur. Nitekim bu kitabın en güzel uyarlaması da 2007 yılında çekilen bir televizyon filmiyle karşımıza gelmektedir.
Catherine, okumayı seven ve entelektüel birikimini yukarı çekmek için çabalayan genç bir kızdır. Onun günün birinde dönemin soylularından olan Allen ailesi ile birlikte yaşama fırsatını ele geçirmesi ise kendi gelişimi için bulunmaz bir nimettir. Nitekim Catherine bu vesileyle daha fazla kitaba ulaşabilecek ve çok sevdiği okumaya fazlasıyla vakit ayırabilecektir. Tabii onun bu süre zarfı içerisinde, burjuva diye tabir edebileceğimiz sınıfın içine dâhil olması da en temiz insani duygu olan aşkı beraberinde getirecektir. Yeni girdiği bu ortamda tanıştığı Henry ile büyük bir aşka yelken açacağı düşüncesini taşımaktadır. Ancak ne var ki Catherine, henüz genç yaşında paranın ne denli büyük bir güç olduğu gerçeği ile de yüzleşecektir. Bu dakikadan sonra onun kendi içerisinde yaşadığı çıkmaza eğilen film, bir yandan da bir kapitalizm eleştirisi ortaya koymayı ihmal etmemektedir.
Son olarak seri filmler arasında yer alan Rogue One: A Star Wars Story filminde karşımıza çıkan ve gerek güzelliği gerekse ayakları yere sağlam basan tavrıyla takdir toplayan Felicity Jones’un Catherine karakterine hayat verdiği film, dönemin aurasını olanca realitesi ile yansıtarak da takdiri fazlasıyla hak etmektedir.
BONUS: Pride and Prejudice and Zombies (2016)
Jane Austen’in en popüler romanının Pride and Prejudice olduğu aşikâr. Pekala, 19. YY’da geçen bu romanın içine zombiler dâhil olduğunda neler olabileceğini hayal edebiliyor musunuz? Saf aşkın en duru anlatıcısı olan Jane Austen’in kalemini olanca şekilde tiye alan ancak buna rağmen orijinal hikâyenin temasından da vazgeçmeyen bir yapıyla karşımıza gelmektedir. Pride and Prejudice and Zombies, hem eğlencesi hem de kendine has duyguyu yansıtış biçimiyle geçtiğimiz yılın en değerli filmlerinden biri olarak öne çıkmaktadır.
Bir kez daha Bennetlerin evine misafir olduğumuz film, genç kızların hepsi aldıkları eğitimin ardından birer silahşor olarak evlerine dönmüştür. Ve tabii ki anneleri bir kez daha onlara zengin koca bulma hayaliyle yanıp tutuşurken, bir yandan da bu aile zombiler ile savaşmak zorundadırlar. Her ne kadar orijinal hikâyenin ana başlıkları korunmuş olsa da içinde barındırdığı fantastik ve parodi öğeleriyle izleyenlerine bambaşka bir lezzet sunmayı başaran film, bu yönüyle de özgün olarak nitelendirebileceğimiz bir yapıyla karşımıza gelmektedir. Yönetmenliğini Burr Steers’ın yaptığı filmin başrollerinde ise Lily James, Sam Riley ve Bella Heathcote gibi isimler yer almaktadır.