Şöyle arkamıza yaslanıp, “sinemanın dahi çocukları” adında bir liste yapacak olsak, herkesin üst sıralara yazacağı yegâne bir isim var. Çektiği her filmle gündem olmayı başaran, zihin bulmacası tadında yazdığı senaryolarıyla adından söz ettiren Christopher Nolan’dan bahsediyoruz. Sahi, her filmi bu denli başarılı olan kaç yönetmen sayabiliriz ki?
Usta yönetmenin son filmi Dunkirk büyük bir heyecan yarattı. Gerçi Nolan her filmiyle dikkat çekmeyi başarıyor. Bizler de bu nedenle Christoper Nolan’ın en iyi filmleri hangileri sizlerle paylaşmak istiyoruz.
- Christopher Nolan Kimdir?
- En İyi Christopher Nolan Filmleri
- Following (Takip-1998)
- Memento (Akıl Defteri-2000)
- Insomnia (Uykusuz-2002)
- Batman Begins (Batman Başlıyor-2005)
- The Prestige (Prestij-2006)
- The Dark Knight (Kara Şövalye-2008)
- Inception (Başlangıç-2010)
- The Dark Knight Rises (Kara Şövalye Yükseliyor-2012)
- Interstellar (Yıldızlararası-2014)
- Dunkirk (2017)
- Doodlebug (1997)
Christopher Nolan Kimdir?
1970 yılında Amerikalı bir anneyle, İngiliz bir babanın ortanca oğlu olarak Londra’da dünyaya gelmiştir. Çocukluk yılları Londra ve Chicago arasında geçen Christopher, ilk olarak babasının kameraları sayesinde sinemayla tanışmıştır. Ancak onu bu sanata sevdalandıran zaman dilimi ise üniversite yıllarına tekabül eder. Londra’da, İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Christopher, burada sinema kulübünün başkanlığını yapmış ve bu sayede birçok kısa film çekme şansına erişmiştir. 1995’te yılında kulüpten arkadaşlarıyla birlikte çektiği Larceny adlı kısa film, Cambridge Film Festivali‘nde gösterilme başarısı elde etmiştir. Esasen bu, doğan bir yıldızın da müjdecisi niteliği taşımaktaydı.
Sonrasında birkaç kısa film daha çeken Nolan için, daha büyük sulara atılma vakti ise 1998 yılında gelmişti. Evine giren bir hırsızdan ilham alarak yazdığı senaryonun eseri olan Following, birçok festivalde gösterildi ve yönetmenin adının daha geniş kitleler tarafından duyulmasına olanak sağladı. Sonrasında ise 2000 yılında Memento ya da Türkçe adıyla anmak gerekirse Akıl Defteri geldi ve bu yönetmenin gümbür gümbür gelen ayak seslerini de dosta düşmana duyurdu.
Memento’nun, Golden Globe ve Oscar’da elde ettiği adaylıklar ise Christopher Nolan’a bambaşka kapıların açılmasına vesile olmuştu. Nitekim başarılı sinemacı 2002 senesinde Al Pacino ve Robin Williams’ın başrolleri paylaştığı Insomnia’da yönetmen koltuğuna oturmuş ve bir kez daha otoritelerin takdirini kazanmıştı. Insomnia, aynı zamanda Nolan kardeşlerin yazmadığı ancak yönettiği tek film olma özelliği de taşımaktadır.
Sonrasında senaryosunu yazdığı birçok filme genç yaşta adını efsaneler arasına yazdıran Christopher Nolan filmografisinin dönüş noktalarından biri de Batman serisini yönetmesi olmuştur. Nitekim kendisinden beklenmeyecek bir şekilde, DC evrenine transfer olan Nolan, burada da beklentilerin üzerine çıkarak harikulade süper kahraman filmlerini huzurlarımıza getirmiştir. Nitekim onun çektiği Batman filmleri, tarihin en karanlık ve vurucu süper kahraman filmleri olarak hali hazırda dahi güncelliğini korumaktadır.
Christopher Nolan filmografisini özel kılan bir diğer husus ise kardeşi Jonathan ile birlikte kaleme aldıkları senaryolardır. İki kardeşin kafa kafaya verip yazdıkları senaryolar, esasen eşine az rastlanan türden zihin bulmacısını da içinde barındırmaktadır. İzleyenin zekasıyla oynayan ve sürekli bir çıkmaza doğru ilerleyen bu senaryolar, şüphesiz ki Nolan filmlerini farklı ve leziz yapan yegane husus olarak öne çıkmaktadır.
En İyi Christopher Nolan Filmleri
Henüz 47 yaşında olmasına rağmen birçok başyapıtın altına imzasını atan Christopher Nolan, şimdiden tarihin unutulmaz yönetmenleri arasına adını yazdırmıştır. Dilerseniz her biri dillere destan bu filmlere bir kez daha göz atalım ve sinemasal hazzı doruk noktasında hissedelim. En iyi Christopher Nolan filmleri huzurlarınızda.
Following (Takip-1998)
Christopher Nolan’ın ilk uzun metrajı olma özelliği taşıyan Following, insanları takip etmeyi kendisine adet edinmiş bir yazarın, hırsızlığa evirilen ilginç ama bir o kadar da şaşırtıcı öyküsüyle izleyenlerinin karşısına çıkmaktadır.
Siyah-beyaz anlatısıyla dikkat çeken ve 69 dakika gibi kısa sayılabilecek süresiyle “çıtır-çerez” sınıfına giren Following, esasen tam bir zihin bulmacası. Paralel ilerleyen kurgusu ile izleyicisinin dikkatini her daim diri tutmayı hedefleyen film, Christopher Nolan’ın ne denli büyük bir sinemacı olacağının da ilk sinyallerini vermektedir.
Yazacağı yeni roman için ilham arayan genç bir yazar, sokakta rastgele seçtiği insanları takip etmeye başlar. Günün birinde ise şık giyimli bir adam onun dikkatini çeker. Bu adamı takıntı haline getiren genç yazar, nihayetinde Cobb ismindeki bu gizemli adamla tanışır. Ancak ilginçtir, Cobb da profesyonel bir hırsızdır. Bu dakikadan sonra Cobb’un, genç yazarı kendi tarafına çekmesine tanıklık ettiren Following, ilham arayan genç bir yazarın nasıl bir hırsıza evrildiğinin şaşırtıcı hikayesini izleyenlerine sunmaktadır.
Tabii Christopher Nolan filmografisinin olmazsa olmazı olan şaşırtıcı son, Following’de de mevcut. Bu nedenle fazlasıyla karanlık olarak addedebileceğimiz film, femme fatale temasından da son raddede beslenmektedir.
Kısa sayılabilecek süresine rağmen, vuruculuğu had safhada yaşatan Following, bir ilk film olmasına rağmen usta işi bir biçimle izleyenlerini mest etmeyi başarmaktadır. Özellikle Nolan filmografisinin en az bilinen işi olan film, keşfedilmeye açık yapısıyla da dikkat çekmektedir.
Memento (Akıl Defteri-2000)
Gerçek anlamda bir başyapıt olan Memento ile tanışmaya hazır mısınız? A’dan Z’ye usta işi bir senaryo örneği olan ve akılları allak bullak eden yapısıyla ilgi çeken film, şüphesiz ki milenyum ile birlikte ortaya çıkan en sıra dışı işlerden biri.
Leonard Shelby, geçirdiği bir kaza sonucu ender görülen bir hastalığa yakalanmıştır. O, Kazadan öncesini anbean hatırlasa dahi, kimi zaman beş dakika önce ne yaptığını unutabilmektedir. Onun bu hastalıkla boğuşurken, hayatta güttüğü tek amaç ise, karısına tecavüz edip öldürenleri bulup cezalandırmaktadır. Tabii, bu hastalığın esiriyken bu iş sandığından daha da zorlu geçecektir.
Memento’yu özel kılan yegâne husus, hiç şüphe yok ki sıra dışı kurgusudur. Zaman algısını yerle yeksan eden ve amiyane tabirle izleyicisi ile alay etmeyi seçen Memento, bu yönüyle şüphesiz ki farkını da ortaya koymaktadır. Nitekim filmi izlerken, hangi zaman diliminde olduğunuzu şaşırabilir yahut filmin nasıl bir akış içerisinde ilerlediğini konusunda şüpheye düşebilirsiniz. Çünkü Memento; kurgu nedir, nasıl efektif kullanılabilir sorularının tek başına cevabı niteliği taşımaktadır. Bu nedenle de izlenmesi gereken filmler arasında yerini almıştır.
Christopher Nolan’ın kardeşi Jonathan ile birlikte kaleme aldıkları senaryo, türünün nadide örneklerinden biri. Aynı zamanda ünlü Hint yıldızı Aamir Khan’ın da başrolü oynadığı Ghajini filmine ilham kaynağı olan Memento, çağımızın en spesifik filmlerinden biri olarak da anılmaktadır.
Insomnia (Uykusuz-2002)
Nolan kardeşlerin senaryoya dokunmadığı tek filmi olma özelliği taşıyan Insomnia, aynı zamanda başrolünde yer alan duayen sanatçı Al Pacino vesilesiyle de ilgi çekmeyi başarıyor.
Will Dormer, kariyerinde türlü başarılar kazanmış, deyim yerindeyse alanında efsane olarak anılmaya başlanmış bir dedektiftir. Onun işlenen bir cinayet neticesinde, ortağı ile birlikte Alaska’nın yolunu tutması ise birçok sürprizi de beraberinde getirecektir. Özellikle havanın kararmadığı Alaska’da uykusuzluk problemi çeken Will, gitgide hayaller alemine dalmaya başlayacaktır. Tam da bu süre zarfı içerisinde hayati bir hata yapması, hem onun şanlı kariyerini gölgeleyecek hem de onu büyük bir vicdan azabının ortasına bırakacaktır. Bu dakikadan itibaren Will’in hezeyanlarına tanıklık ettiren film, sürprize açık yapısıyla da ilgi çekiciliğinin anbean korumaktadır.
Christopher Nolan’ın benzersiz anlatımı ve Al Pacino’nun da insanüstü yeteneği ile şahlanan Insomnia, şüphesiz ki türünün özel örneklerinden biri. Gizem sosunun her daim göz önünde olduğu sıkı polisiye filmleri arasında yer almaktadır. Aynı zamanda vicdan muhakemesine de temas ederek özel bir yerde konumlanmaktadır.
İçine barındırdığı polisiye öğeler ile farklı bir Nolan filmi olarak karşımıza gelen Insomnia, seyir zevkinin bir an olsun kaybolmadığı, vurucu bir iş olarak hatırlanmaktadır. Başrollerini Al Pacino ile birlikte Robin Williams ve Hilary Swank’ın paylaştığı film, adrenalin yükselten tavrıyla kaçırılmaması gereken yapımlardan biri olarak hatırlanmaktadır.
Batman Begins (Batman Başlıyor-2005)
Christopher Nolan’ın DC evreninin en popüler süper kahramanlarından olan Batman’i yeniden canlandırmak adına kamera arkasına geçtiği film, oldukça popüler olacak bir üçlemenin de ilk halkası olarak izleyici karşısına çıkmaktadır.
Ailesinin öldürülmesinin buhranını ağır bir şekilde yaşayan Bruce Wayne, bu nedenle dünyayı dolaşmaya karar verir. Tabii bu süre zarfı içerisinde şehri Gotham’da tamamıyla kötü adamların himayesi altına geçmiştir. Bu duruma sessiz kalamayan Wayne, sahip olduğu servetinin gücünü kullanmaya karar verir. O artık gücünü ve ileri teknoloji ürünlerini kullanan ve Gotham’ı tehdit edenlere karşı dik durmayı kendisine pusula eden Batman’dir! Bu dakikadan itibaren karanlık atmosferi içerisinden harikulade bir aksiyon çıkarmayı başaran film, sunduğu farklı Batman portresiyle de muadillerinden ayrılmayı bilmektedir.
Batman evrenine hak ettiği değeri veren Nolan, getirdiği karanlık ve gerçekçi yorumla Bruce Wayne’in maceralarını daha dişe dokunur bir hale getirmiştir. Nitekim o ana dek üretilen tüm süper kahraman ve Batman serilerinden bir hayli farklı olan Batman Begins, esasen “yetişkinler için süper kahraman filmi” formülünü devreye sokan ilk yapım olma özelliğini de taşımaktadır.
Başından sonuna dek Nolan’ın yönetmenlik becerisiyle kendisine hayran bırakan film, aynı zamanda Gotham’ın nevi şahsına münhasır atmosferiyle de tadından yenmez bir seyirlik halini almaktadır. Christian Bale, Katie Holmes ve Michael Caine’in başrolleri oynadığı Batman Begins, Gotham evrenine farklı bir gözden bakmak isteyenler için kaçırılmaması gereken bir iş olarak öne çıkmaktadır.
The Prestige (Prestij-2006)
Christopher Nolan filmografisinin en özel işlerinden biri olan Prestij; eski dost, yeni düşman iki sihirbazın soru işaretleri ile dolu olan mücadelesini izleyenlerine sunmaktadır.
Alfred ve Robert, sihirbazlığın inceliklerini beraber öğrenmiş iki yakın arkadaştır. Günün birinde onların edecekleri şiddetli kavga ise bu iki ismin başlayacak ezeli mücadelesinin habercisidir. Ancak bütün hileleri beraber öğrenmelerine rağmen Alfred her daim rakibinin önündendir. Onun yaptığı numarayı bulmak adına varını yoğunu ortaya koyacak olan Robert ise bir anda kendisini içinden çıkılmaz bir maceranın tam ortasında bulacaktır.
Bir dönem filmi olarak karşımıza gelen Prestij, ilmik ilmik işlenen senaryosuyla izleyenlerini finale hazırlarken, anbean yükselttiği temposuyla da dikkat çekiyor. Özellikle ikilinin mücadelesini olanca realitesi ile resmeden film, iki ünlü sihirbazın yolculuğu ile büyülemeyi başarıyor. Rakip olabilmenin inceliklerini ve acımasızlığının sınırsızlığını izleyenlerine aktaran film, bir an olsun dikkat kaybına mahal vermeyerek de seyir zevkine üst sevilerde konumlandırıyor.
Christopher Nolan’ın kardeşi Jonathan ile birlikte kaleme aldıkları senaryo, şüphesiz ki sihirbazlık dendiği zaman ilk akla gelecek yapımlardan bir tanesi. Başrollerini Christian Bale, Hugh Jackman ve Scarlett Johansson’un paylaştığı film, vadettiği büyülü atmosferi ile de muadillerinden ayrılırken, realist yapısından ödün vermeyişi ile de takdir topluyor.
The Dark Knight (Kara Şövalye-2008)
Sıra geldi, süper kahraman uyarlamalarının baş tacına; açık ara en iyisine! Christopher Nolan’ın Batman Begins ile birlikte omurgasını oluşturduğu serinin ikinci halkası, gerek karanlık yapısı gerek vuruculuğu ile efsaneler arasına adını şimdiden yazdırmıştır.
Polisiye öğelerden son raddede beslenen Batman Begins, üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiş ve gözleri de serinin ikinci halkası The Dark Knight’a çevirmişti. Hele hele filmin ana kötüsü olarak çizgi romanın da efsanesi olan Joker’in seçilmiş olması beklentiyi fazlasıyla artırmıştı. Nitekim Nolan, beklentilerin dahi üzerine çıkan bir başyapıt ile izleyicisinin karşısına geçiyordu.
The Dark Knight için yapılabilecek en doğru tanım; süper kahraman filmlerinin nirvanası oluşudur. Bundaki en büyük pay hiç şüphe yok ki Batman ve Joker arasında vuku bulan amansız rekabet. Tabii bu noktada Heath Ledger’ın hayat verdiği Joker’in göründüğü her saniyede hayranlık uyandıran performansının da hakkını teslim etmek gerekir. Nitekim filmden kısa bir süre sonra aramızdan ayrılan Ledger, bu performansıyla sinema tarihinin en ikonik kötüleri arasına da adını yazdırmayı başarmıştır.
Suç ile örülü Gotham şehrinin koruyucusu Batman’in ateşten bir gömlek giydiği The Dark Knight, hem karakteri büyük bir savaşçı konumuna yerleştiriyor hem de aksiyonu ile tadına doyulmaz bir seyirlik halini alıyor. Dinamik bir akışa sahip olan ve en iyi filmler arasında yer alan The Dark Knight, duranlığa asla izin vermeyen ve izleyicisini ortak ettiği kaotik atmosferiyle fark yaratmayı başaran, üst düzey bir seyirlik olarak hatırlanmaktadır.
Inception (Başlangıç-2010)
Akıl oyunlarından beslenmeyi fazlasıyla seven Christopher Nolan’ın 2010 yılında çektiği Inception, her anıyla izleyenlerine beyin jimnastiği yapan bir film olma özelliği taşımaktadır. Bu nedenle film önerileri arasında mutlaka yer almaktadır.
Rüyadan rüyaya gezen ve bu koşuşturmaca esnasında insanların zihninde gizli tuttuğu sırları çalmayı başaran Dom Cobb, işinin ehli bir hırsızdır. Onun ender görünen bu yeteneği, Dom’a da büyük bir şöhret kazandırmıştır. Tabii bu şöhret, beraberinde onun sahip olduğu her şeyi kaybetmesine de neden olmuştur. Dom için yolun sonu ise kendisine teklif edilen ve imkansız gibi görünen son görevi yapmasına bağlıdır. Bu dakikadan itibaren izleyenlerini büyük bir bilinmezin içine hapseden Inception, zaman ve mekan algısını yıkan atmosferiyle de ekran başındaki herkesi büyüsüne ortak etmeyi başarmaktadır.
Son yılların gözde oyuncusu Leonardo DiCaprio’nun başrol olarak arz-ı endam ettiği Inception, şüphesiz ki usta işi yazılmış senaryosuyla öne çıkan bir film. Nitekim Nolan’ın vadettiği özgün evren, sürprize açık yapısı ve zihin bulandıran duruşuyla da farkını ilk anda ortaya koymaktadır.
Yönetmen-oyuncu birlikteliliğinin en kusursuz örneklerinden biri olan Inception, Nolan-DiCaprio arasında vuku bulan uyumla adından söz ettirmeyi başarmaktadır. Özellikle usta işi senaryonun, harikulade bir görsellikle birleşmesi de Inception’ı muadillerinden ayıran ve özel olarak addetmemize olanak tanıyan yegane husus olarak öne çıkmaktadır.
The Dark Knight Rises (Kara Şövalye Yükseliyor-2012)
Christopher Nolan’ın yeni bir soluk getirdiği Batman serisinin son halkası olan The Dark Knight Rises, yalnızca serinin değil aynı zamanda Nolan filmografisinin de en zayıf filmi olarak belirmektedir.
Bruce Wayne, bu sefer alt etmesi oldukça güçlü bir rakiple karşı karşıyadır. Tom Hardy’nin hayat verdiği Bane, yaptıkları ve yapacaklarıyla Gotham şehrini büyük bir tehdide doğru sürüklemektedir. Özellikle terörist lider Bane’in Selina Kyle’ı da kendi tarafına çekmesi, Batman’in işini iyiden iyiye çıkmaza doğru sürükleyecektir. Bu dakikadan itibaren Gotham şehrini kurtarmak adına kıyasıya bir mücadelenin içine giren Batman, rakibini alt etmek için elinden geleninin fazlasını yapmak durumundadır.
En başta dediğimiz gibi The Dark Knight Rises, Nolan filmografisinin en zayıf filmi. Bundaki en önemli etken, üzerine fazla düşünülmeyen ve pek derinliği olmayan senaryo olduğu aşikar. Özellikle karakterlerin çok fazla siyah ve beyaz olarak resmedilmesi, Nolan’ın kurduğu bu karanlık ve realist evrende eğreti bir şekilde durmaktadır. Her ne kadar senaryosu için negatif yorumlar yapabilmemiz mümkün olsa dahi The Dark Knight Rises, izleyenlerine harikulade bir görsellik armağan etmektedir. Bu da filmi izlenebilir kılan ve üç saate yaklaşan süresinde izleyicisini sıkmayan yegane husus olarak öne çıkmaktadır. Üstelik en çok izlenen filmler arasına girmeyi başarmıştır.
Christian Bale, Gary Oldman, Tom Hardy, Joseph Gordon-Levitt, Anne Hathaway ve daha nice yıldız oyuncunun başrolünde yer aldığı film, Nolan’ın kurduğu karanlık Gotham atmosferine üst düzeyde hizmet eden ancak senaryosuyla hayal kırıklığı yaratan bir film olarak hafızlara kazınmıştır.
Interstellar (Yıldızlararası-2014)
Baştan söyleyelim, Interstellar gerek senaryosu gerekse harikulade görselliği ile tam anlamıyla bir başyapıt. Nolan’ın izleyenlerini uzayın derinliklerine götürdüğü film, bir yandan da yaşaması günden güne zorlaşan dünyaya eleştirisel bir bakış açısı getiriyor.
İki çocuğu ile birlikte yaşayan Cooper, mısır tarlalarıyla ilgilenen eski bir astronottur. Ancak dünyanın git gide yaşanılası bir yer olmaktan çıkması, insanoğlunu yeni yaşam alanları aramaya itmektedir. Tam da bu sırada göreve çağrılan Cooper, boyut değiştirecek ve tüm insanlığın gönül rahatlığıyla yaşayabileceği o yeri keşfe çıkacaktır. Ancak bir sorun vardır, o da Cooper’ın burada geçireceği 1 saatin dünyadaki 7 yıla bedel oluşudur. Artık olabildiğince hızlı bir şekilde hareket etmek zorunda olan ekibimiz, bu dakikadan itibaren izleyenlerini de sürükleyici ve sürprizlere gebe bir hikayenin ortasına bırakacaktır.
Zaman kaymaları etrafına kurulu hikaye, şüphesiz ki finaline doğru izleyicilerine armağan ettiği sürprizlerle daha değerli bir hal alıyor. Ancak Nolan’ın tüm film boyunca ilmik ilmik işlediği senaryo da, üç saate yayılan süresine rağman Interstellar’ı sıkıcı bir duruma bürünmekten kurtarıyor. Hele hele yönetmenin filmografisinden alışılagelmiş görselliğin burada da vuku bulması, deyim yerindeyse bir görsel şöleni huzurlarımıza getirmektedir.
Matthew McConaughey, Anne Hathaway ve Michael Caine gibi tanınmış simaların başrolü paylaştığı Interstellar, nevi şahsına münhasır bir bilim-kurgu filmleri arasında izleyenlerinin karşısına çıkmaktadır. Her bir anıyla seyircisini bir bulmacanın içine atan film, şüphesiz bu yönüyle de dikkat kaybını ortadan kaldırmayı başarmaktadır.
Dunkirk (2017)
Christopher Nolan’ın yakında zamanda vizyona giren hali hazırdaki son filmi Dunkirk, muazzam savaş sahnelerini içinde barındıran bir İkinci Dünya Savaşı hikayesini izleyenlerine aktarmaktadır.
Winston Churchill’in emri ile geri çekilmesi deklere edilen 400 bin askerin kurtarılma sürecine eğilen Dunkirk, etkileyici savaş sahnelerini içinde barındıran bir görsel şölen. Filmin başından sonuna dek asla düşmeyen temposu ve müziklerle desteklenen heyecanlı yapısı, izleyen herkesin koltuğa çivilenmesine olanak sağlıyor. Nolan filmografisinden alıştığımız bu üst düzey görselliğin, Dunkirk’te doruk noktasına ulaştığını söyleyebiliriz.
Tabii ki Dunkirk için kusursuz bir film dersek hata etmiş oluruz. Özellikle senaryosunda ortaya çıkan gözle görülür boşluklar, filmin seyir zevkini negatif etkileyen hususlar. Buna rağmen Nolan, olanca realitesi ile aks ettirdiği savaş sekanslarındaki ustalığıyla, tüm olumsuzlukların üzerini örtmeyi başarıyor.
İzlemesi oldukça keyifli olan ve bir hikayeden çok biçime odaklanan Dunkirk, adrenalin seviyesini iki katına çıkarabilecek bir film olarak izleyenlerini selamlamaktadır. Kara, deniz ve havada vuku bulan üç farklı tahliye hareketini, paralel bir kurguyla seyircisine sunan film, tempolu yapısıyla da fark yaratmayı başarmaktadır. Başrollerini Fionn Whitehead, Tom Glynn-Carney, Jack Lowden ve Tom Hardy’nin paylaştığı film, üst düzey tekniği ile daha uzun süre adından söz ettireceğe benziyor.
Doodlebug (1997)
Christopher Nolan’ın beyazperdeye adım atmadan önce çektiği son kısa film Doodlebug, yönetmenin ne denli farklı bir kafa yapısına sahip olduğunun en önemli göstergesi.
Bir insanın korkularının esiri olmasını, kendine has bir şekilde anlatan Nolan, esasen üç dakika gibi kısa bir sürede oldukça vurucu bir filmi izleyenlerine aktarmayı başarıyor. Siyah-beyaz olarak çekilen ve “insanın asıl korkması gereken yine kendisidir” söylemini oldukça özgün bir şekilde dile getiren film, diyalogsuz bir biçim filmi olarak öne çıkmaktadır. Okullarda ders olarak okutulabilecek seviyede kıymetli bir iş olan Doodlebug, kısa film matematiğini harikulade yansıtan, sarsıcı finaliyle hafızlara yer eden unutulmaz bir kısa film.