Susurluk kazası, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en önemli skandallardan bir tanesidir. 3 Şubat 1996’da Balıkesir-Bursa karayolunda Susurluk ilçesi Çatalceviz mevkiinde gerçekleşen kaza, devlet-polis-mafya ilişkilerini ortaya çıkarmasıyla hatırlanmaktadır.
Söz konusu tarihte Mercedes marka bir otomobil ile bir kamyonun çarpışması sonucunda ortaya çok tuhaf bir tablo çıkmıştır.
Çünkü araçta bulunanlar; İstanbul Eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, üstünde Mehmet Özbay sahte kimliği olan Abdullah Çatlı, Çatlı gibi sahte kimlikli Gonca Us ve DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak’tır.
Politikacı-polis-mafya üçgeni altında çıkan haberler ülkede yankı uyandırmış ve Susurluk kazasının perde arkasının aralanması için büyük bir kamuoyu baskısı oluşmuştur.
Susurluk Kazası: Nasıl Oldu ve Ardından Neler Yaşandı?
Tüm ülkenin gündemine oturan ve halen tartışılan trafik kazası, 3 Kasım 1996’da saat 19.25 sıralarında Bursa-Balıkesir karayolunda Susurluk ilçesi Çatalceviz mevkiinde meydana geldi. Kazanın ardından gerçeklerin ortaya çıkartılması için büyük bir kamuoyu baskısıyla karşılaşıldı.
Devlet-polis-mafya ilişkilerinin patlak verdiği kazada, Mercedes marka bir otomobil ile bir kamyon çarpıştı. Bilgilere göre DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Edip Bucak, İstanbul Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ, Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı ile kendisi gibi sahte kimlikli olan sevgilisi Gonca Us, 1 Kasım 1996’da Kuşadası Onura Otel’e geldi.
Bucak’a ait Mercedes marka siyah otomobille Hüseyin Kocadağ şoförlüğünde İstanbul’a doğru yola çıkan grup, 3 Kasım’da Hasan Gökçe yönetimindeki 20 RC 721 plakalı kamyonla çarpıştı. Kazada Mercedes’i kullanan Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve eski güzellik kraliçesi olan sevgilisi Gonca Us hayatını kaybetti. DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralı olarak kurtuldu.
Kazanın ardından kamyon şoförü Hasan Gökçe kusurlu bulunup 3 yıl hapis ve 945 bin lira para cezasına çarptırıldı. Hapis cezası daha sonra 6 milyon 420 bin liraya çevrildi. DGM Sedat Edip Bucak hakkında soruşturma açtı ve Bucak’ın 2 yıl hapsi istendi.
Sonuçta; 12 Eylül 1980’den önce Ankara’nın Bahçelievler semtinde Türkiye İşçi Partisi üyesi yedi öğrencinin öldürülmesi ve Abdi İpekçi’nin ölümü nedeniyle İnterpol tarafından aranan Çatlı’nın bir polis şefi ve milletvekiliyle birlikte oluşu gündemi sarstı.
Olayla ilgili raporlardan Birinci Susurluk Raporu, MİT tarafından hazırlandı ve doğruluğu konusunda şüpheler ortaya çıktı. Raporun olayı kapatmaya yönelik olmasının anlaşılması üzerine akşamları ışık kapatma olayları başladı. Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık isimli sivil toplum eylemlerine 15 Şubat 1997’de Türkiye genelinde 30 milyon kişinin katıldığı belirtildi.
Birinci Susurluk Raporu’nun şüphe uyandırması üzerine Başbakan Mesut Yılmaz tarafından Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’a 2. Susurluk Raporu hazırlatıldı. TBMM tarafından görevlendirilen Mehmet Elkatmış başkanlığında CHP’den de Fikri Sağlar’ın katıldığı susurluk komisyonu da bir rapor hazırladı.
İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu ve yardımcısı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Vekili Hanefi Avcı gibi isimler görevlerinden uzaklaştırıldı. İddialarda adı geçen Mehmet Ağar istifa etti ve yerine Meral Akşener göreve geldi.
Açılan kamu davasında Mehmet Ağar ve Sedat Edip Bucak’ın hapsi istense de ikilinin 1999’daki seçimlerde yeniden milletvekili olmalarıyla haklarındaki yargılama durduruldu.
Çatlı’nın Türk bayrağına sarılı cenazesi 5 Kasım 1996’da Nevşehir’de toprağa verildi. Cenazeye BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun da aralarında bulunduğu çok sayıda ülkücü katıldı ve “Çatlı’lar ölmez” şeklinde sloganlar atılı.
Susurluk Kazasının Perde Arkası
Susurluk kazasında ülkedeki kirli yönetim ve devlet-mafya-siyaset üçgeni ortaya çıktı. Interpol tarafından aranan Abdullah Çatlı’nın ülkede gayet rahat bir şekilde işlerini devam ettirdiği, üstelik resmi eller tarafından korunup kollandığı görüldü.
İsviçre’de Bostadel hapishanesinden kaçarak İstanbul’a gelen Çatlı, pek çok kişiye göre devletin kara kutusuydu. Mehmet Özbay kimliğiyle ülkede birçok iş yapan ve şirketler kuran Çatlı, devletin kanuni yollarla yapamadığı eylemlerde bulunuyor ve PKK ile mücadelede aktif rol oynuyordu.
32. Gün Arşivi’ne göre kazanın perde arkası yıllar öncesine dayanıyor. Ermeni terör örgütü Asala, Türk diplomatlarına karşı eylemlerini sıklaştırmıştı.
O günlerde Kenan Evren, örtülü savaş emri vermişti. Ardından Asala’ya karşı Avrupa’daki ülkücü militanlar harekete geçirildi. MİT Eski Daire Başkanı Prof. Dr. Mahir Kaynak da yaptığı bir açıklamada devletin ülkücüleri bu operasyonlarda kullandığını doğruladı.
Kenan Evren’in ardından grubun devam ettiği ve Tansu Çiller ile Mehmet Ağar’ın başa geçtiğini söyledi. İddialara göre grubun Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü, MİT ve eski ülkücülerle bağlantıları vardı.
Mahir Kaynak da örgütün amacının PKK’yı Türkiye’nin resmi kurumları dışında bertaraf etmek olduğunu dile getirdi. Yasal temeli olmayan örgütün yüzlerce üyesinin olduğu ve çoğu devlet memuru olan üyelerin arasında aynı zamanda kanun dışı isimlerin bulunduğu belirtildi.
Kaynak, örtülü faaliyetlerin mafyaları kullandığını ve mafyaya böyle bir görev verildiğinde onların diğer işlerine göz yumulması gerektiğini bildirdi. Senaryoya göre Abdullah Çatlı, ülkücü kolun kurmayıydı ve pek çok silahlı eylem gerçekleştirmişti. Bu nedenle devlet tarafından himaye edildi. Kazada hayatını kaybeden Hüseyin Kocadağ bu örgütün üyesi ve Ağar’ın en güvendiği isimlerdendi.
Sedat Bucak da özel büro isimli örgütün en önemli üyelerindendi. Kaza yerindeki susturuculu silahlar da büroya aitti. Yücedağ, Çatlı ve Bucak’ı bir araya getiren şey de bu özel büro oldu. Rivayete göre büronun ortaya çıkmasından endişelenen Tansu Çiller, Mehmet Ağar’ı feda etti.
Farklı kaynaklara bakıldığında Susurluk skandalıyla alakalı pek çok farklı bilgi ortaya çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi de İnterpol tarafından aranan Abdullah Çatlı olan Mehmet Özbay’a Emniyet Genel Müdürlüğü Uzmanı kimliği ve silah ruhsatı verilmesi. İzin belgesindeki imzanın da Mehmet Ağar’a ait olması.
Abdullah Çatlı’nın sürekli yurt dışına çıkış yapması ve hatta bir keresinde Şahin Ekli kimliğiyle şüpheli görünüp gözaltına alınırken gelen bir telefonla serbest bırakılması da var. Neticede Susurluk vakası, üzerinden yıllar geçmesine rağmen halen soru işaretleriyle ve tartışmalarla dolu bir olay.
İşin gerçeği; kazaya ilişkin yazılan kitaplar, hazırlanan raporlar, yapılan açıklamalar ve dahasıyla hem söylenecek hem de öğrenecek çok fazla şey var. Bu yazıdaki bilgiler ise öne çıkanlardan bazıları.
Çatlı bu günlere gelebilseydi hdp bu kadar alcak ve kahpece sözler ve eylemler geliştiremezdi.