Gerek kaleme aldığı eserler, gerekse yaşadığı hayat nedeniyle, Türk Edebiyatı’nın en ses getiren yazarlarından biridir Sabahattin Ali… 1907-1948 yılları arasında yaşamış olan yazar öyle güzel ve etkili kitaplar kaleme aldı ki, meyve veren ağaç taşlanır misali, yazdığı kitapların çoğu hükümet tarafından toplatıldı. Bunda elbette ki sol görüşünün etkisi büyük oldu. Yankı uyandıran kitapları arasında Sırça Köşk, İçimizdeki Şeytan ve Kuyucaklı Yusuf gibi romanları yer alıyor.
Sadece kitaplarının toplanması yetmedi tabi; usta yazar, komünizm destekçisi olduğu iddiasıyla hüküm yedi. Bir öğretmen olmasına rağmen memurluktan ihraç edildi, sonrasında nakliyecilik yaptı, kısacası oldukça zor bir hayatı oldu. Edebiyatseverlerin gözünde çok ayrı bir yeri vardır Sabahattin Ali’nin. Yazdığı her öykü, her roman mutlaka yüreğinizde bir yerlere dokunur. Hepsinde ayrı bir mesaj vardır. Realizm ve toplumcu gerçekçilik akımını benimsediği eserlerinin bazıları Almanca, Rusça, Fransızca ve Arapça gibi dillere çevrildi.
Onun bu denli özel biri olmasının altında yatan diğer bir sebep ise açıklanamayan ölümü. Evet onun ölümüne dair hala net bir şey açıklanmadı. Katli konusunda birçok görüş olsa da, hala kimse onun neden öldürüldüğünü bilmiyor. Bedeni teşhis edilemeyecek kadar korkunç bir şekilde öldürülen Sabahattin Ali’yi, sevenleri her yıl saygıyla anmaktadır. Dilerseniz şimdi Türk yazarlar arasında önemli bir yeri olan Sabahattin Ali’nin hayatı hakkında kısaca bilgi edinelim.
Sabahattin Ali Kimdir?
Karadeniz kökenli bir aileden gelen Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907 doğumludur. Hayata gözlerini Edirne’nin Eğridere ilçesinde açtı, fakat babasının görevi sebebiyle sık sık yer değiştirdi. İlköğretim hayatını da dolayısıyla farklı okullara giderek tamamladı. İlk olarak İstanbul’daki Füyûzâtı Osmâniye Mektebi’ne başladı, sonra babasının tayini nedeniyle Çanakkale İptidai Mektebi’ne devam etti. Sabahattin Ali’nin okula devam ettiği bu yıllarda seferberlik ilan edildi. O yıllarını yazdığı anılarında; şehrin her tarafının bombalandığını, otururken etraflarına mermilerin yağdığını ve çok korkulu günler yaşadıklarını anlatır.
Sabahattin Ali’nin babası Ali Selahattin Bey zabit görevlisiydi, bu nedenle görev icabı sık sık şehir değiştirmek zorunda kalıyordu. Eşi Hüsniye Hanım ise kendisinden 16 yaş küçüktü. Ruhsal sorunları olan Hüsniye Hanım defalarca intihar eğiliminde bulundu. İki oğlu arasında adaletli davranmayan Hüsniye Hanım, diğer oğlu Fikret’i daha çok sevmiş ve kollamıştı. Sabahattin Ali bir yazısında, kardeşi Fikret’in oldukça şımarık, işe yaramaz ve külhanbeyi biri olduğunu ifade eder.
Çanakkale’de kaldıkları dört yılın ve savaşın ardından babası kalp hastası oldu. Zaten dirayetli bir kişiliği olmayan annesi ise bu dönemden sonra bir psikolojik rahatsızlık olan histeri hastalığına yakalandı. Daha sonra İzmir’e yerleşen aile ekonomik olarak çok zor günler geçirir. Anne sürekli sorun çıkarırken, Sabahattin Ali geçimlerini sağlayacak parayı bulabilmek için babasına yardım etmektedir. Bu süreç içerisinde aileye Suha adını verdikleri bir kız çocuğu, yani üçüncü kardeş katılır.
Sabahattin Ali’nin Hayatı
İlköğrenimini İstanbul Füyûzâtı Osmâniye Mektebi’nde ve Çanakkale’deki İptidai Mektebi’nde tamamlayan Sabahattin Ali, ardından Edremit İptidai Mektebi’ni bitirir. 1921 yılında buradan mezun olur ve bir sonraki yıl Balıkesir Muallim Mektebi’ne yazılır. Yani öğretmen olma yolunda ilk adımını atmıştır. Sabahattin Ali’nin yazmaya olan tutkusu o yıllarda kendini gösterir. Okul hayatı boyunca birçok şiir ve hikaye yazarak gazetelere göndermeye başlamıştır. Sabahattin Ali okul hayatı boyunca kendini sanat alanında geliştirecek aktivitelerde bulunmuştur. Arkadaşlarıyla çıkardığı okul gazetesinin yanında sürekli gittiği tiyatro ve sinemalar da, onun sanatçı kimliğinin gelişmesinde faydalı olmuştur.
Balıkesir Öğretmen Okulu’na devam ettiği yıllarda bir dönem ruhsal bunalıma giren Sabahattin Ali intihara kalkışır. Bunda okul müdürünün kendisini ailesinin yanına göndereceğine dair yaptığı uyarının da etkisi olduğu düşünülüyor. Okulun disiplininden sıkılan S. Ali, bir gün gerçekten de intihara kalkışır. Bunun üzerine okul müdürü onu ailesinin yanına yollamaktan vazgeçtiğini açıklar. Ancak bir süre sonra kendi isteğiyle İstanbul Muallim Mektebi’ne naklolur. Öğretmenlik eğitimine burada devam eden Sabahattin Ali, 21 Ağustos 1927 tarihinde okulunu bitirir ve öğretmenlik diplomasını alır.
Sabahattin Ali’nin Öğretmenlik Yılları
Öğretmenlik eğitimini tamamlayıp, diplomasını alan Sabahattin Ali Ankara’ya dayısının yanına gider. Dayısı başhekim yardımcısı olarak çalışır ve görev yeri bir süre sonra Yozgat olarak belirlenir. Araya soktuğu hatırlı kişiler sayesinde yeğenini de yanına almayı başarır. Sabahattin Ali’nin ilk görev yeri ise Yozgat Merkez Cumhuriyet İlkokulu olmuştur. Yozgat’ta yaşadığı süre boyunca da birçok şiir ve öykü yazdı ancak bunları okuyacak bir kitle bulamadı. Arkadaşı Nahit Hanım‘a yazdığı bir mektubunda o günleri; “Burası beni muhakkak çıldırtacak. Ne basit muhit Yarabbi… Düşün kardeşim konuşacak bir insan bile yok. Hepsi alelade, hepsi dümdüz. (…) Ahali fesat, dedikoducu. Kendimi yalnız okumaya verdim.” sözleriyle anlatmıştır.
Neyse ki Yozgat macerası sadece bir yıl sürdü ve Sabahattin Ali yeniden İstanbul’a döndü. O dönemde büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, öğretmen okullarından mezun olan kişileri yabancı dil öğrensinler diye yurt dışına yolluyordu. Sabahattin Ali de 1928 yılında, beş kişilik bir grupla Almanya’ya gönderildi. 1930 yılında Almanya’dan döndü ve Bursa’nın Orhaneli ilçesinde bir okulda öğretmenliğe başladı. Kısa bir süre sonra Gazi Terbiye Enstitüsü’nün yaptığı Almanca sınavına girdi ve Aydın Ortaokulu’na Almanca öğretmeni olarak atandı. Aradan çok geçmeden komünizm propagandası yaptığı suçlamasıyla ceza aldı ve Aydın Hapishane’sine sevk edildi. Birkaç ay süren cezası bittikten sonra bu kez yine Almanca öğretmeni olarak, Konya Ortaokulu’na atandı.
Yazımıza başlarken usta yazarın çok çalkantılı bir hayatı olduğundan bahsetmiştik hatırlarsanız. Konya’ya atanan Sabahattin Ali burada da rahat yüzü görmedi ve yine kaleminin cezasını çekti. Bir toplantıda okuduğu şiiri sebebiyle 14 ay hapis cezasına maruz kaldı. Elbette üst üste gelen hapis cezaları onun memurluktan atılmasına sebep oldu. Konya Cezaevi’nde bir süre kaldıktan sonra, o meşhur Sinop Cezaevi’ne nakledildi. Cezaevinde yattığı süre boyunca gecelerini okuyarak, gündüzlerini ise yazarak geçirdi. Hepimizin bildiği ve sonrasında bestelenerek şarkı yapılan Aldırma Gönül ve Göklerde Kartal Gibiyim şiirlerini, işte burada yatarken yazmıştır.
Cezasını tamamlayarak serbest kalan yazar, yeniden memur olabilmek için ilgili yerlere başvuruda bulundu. Ancak aklanması için eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispatlaması gerekiyordu. Çünkü ceza yemesinin asıl sebebi Mustafa Kemal ve İsmet İnönü gibi devlet büyüklerini yerdiği yönündeki izlenimdi. Sabahattin Ali her ne kadar bunu onaylamayıp kendini komünist olarak görmese de, istenilen şeyleri yaptı. Ondan Atatürk hakkında bir kaside yazması istendi. Atatürk’e sevgisini anlattığı “Benim Aşkım” adlı şiiri Varlık dergisinde yayınlandı. Memurluğa yeniden alınmak için epey bir süre bekleyen S. Ali, en son Mustafa Kemal Atatürk’ün izniyle Ortatedrisat Şube Müdürlüğü’ne atandı. Bundan sonra memuriyet hayatına öğretmenlik dışındaki görevlerde devam edecekti.
Sabahattin Ali’nin Aile Hayatı
Yozgat’ta yaşadığı sıkıcı günlerini anlattığı bir mektuba yer vermiştik az önce. O mektubu arkadaşı Nahit Hanım’a yazmıştı ve ilerleyen yıllarda da bu mektuplaşma devam etmişti. Fakat Sabahattin Ali’nin hisleri arkadaşlıktan öteye giderek aşka dönüştü. Yazarın yaşadığı ilk duygusal gelişme sanırım bu oldu. Nahit Hanım hislerine karşılık vermediğini mektuplarını yanıtsız bırakarak gösterdi. Geçen yıllar içerisinde bu kez de yine arkadaşı Ayşe Hanım’a özel duygular beslemeye başladı, hatta ona evlenme teklifi etti. Ancak Ayşe Hanım da net bir şekilde teklifini reddettiğini dile getirdi. Hayal kırıklığı ile biten iki duygusal deneyimden sonra geliyoruz Sabahattin Ali’nin büyük aşkına…
İlginizi Çekebilir: En İyi ve Dokunaklı Aşk Şiirleri
“Canım Aliye, Ruhum Filiz” kitabında daha iyi anlayacağımız büyük aşkı Aliye Hanım‘la 1932 yılında tanıştı. Sabahattin Ali’nin hapiste geçen yıllarından sonra aile elbette ki evliliğe karşı çıktı. Ancak çift 1935 yılında dünya evine girerek, Ankara’da yaşamaya başladı. Bu yıllarda geçimini Varlık dergisinde yazdığı hikayeler ile sağladı. Soyadı Kanunu’nun gelmesiyle Şenyuva soyadını alan yazar, babasının ön adı olan Ali’yi kullanmaya devam etti.
Yedek subay olarak yaptığı askerlik görevi boyunca, eşi Aliye Hanımı da yanında götürdü. Bu arada kızları Filiz Ali dünyaya geldi. Askerliği bittikten sonra bu kez de Türkçe öğretmeni olarak atandı. Öğretmenlik yaptığı bu yıllarda büyük tartışmalara yol açan İçimizdeki Şeytan adlı kitabını çıkardı. II. Dünya Savaşı öncesinde ilan edilen seferberlik nedeniyle, ikinci kez askere çağırıldı. Bir diğer ünlü romanı olan Kürk Mantolu Madonna’yı da askerdeyken kaleme aldı.
Sabahattin Ali’nin Ölümü
Usta yazar her ne kadar sol görüşlü olması ve komünizmi desteklemesi sebebiyle defalarca ceza alsa da, aslında hiçbir zaman bir komünist olmadığını dile getirir. Yazdığı yazılar hem sağ hem de sol kesimi eleştiriyordu. Bu nedenle de birçok kişi tarafından tepki topladı. Bir dönem Aziz Nesin ile birlikte Markopaşa dergisini çıkardı. Dergide siyasi ve mizahi yazılar yayınlanıyordu. Çok kısa bir süre içerisinde ciddi oranda tiraj yakalayan dergide, isimsiz yayınlanan bazı yazılar yüzünden Sabahattin Ali bir kez daha hapis cezasına çarptırıldı. Bu cezası bittikten sonra Ali Baba dergisini çıkardı ve yine yayınladığı bir öykü olan Sırça Köşk nedeniyle hüküm giydi.
1947 yılında serbest kaldıktan sonra geçimini sağlamak için nakliyecilik işine başladı. Bu mesleği seçmesinin nedeni sadece ailesini geçindirecek parayı kazanmak değildi. Aynı zamanda yeni yerler, yeni insanlar görerek, yazıları için gerekli hikayeleri toplamayı amaçlıyordu. Yurt dışına çıkmak istiyordu ama pasaport alması imkansızdı. Bir gün Edirne’ye peynir götürme bahanesiyle yola çıkar. Asıl amacı yasal yoldan geçemediği sınırı aşarak, Avrupa’ya ulaşmaktır. Kaçması için ona yardım edecek olan kişi silah çalma suçundan ordudan ihraç edilen, Ali Ertekin adındaki bir subaydır.
Bu iki isim bir kamyonda Kırklareli’ne doğru yola koyulurlar. Ali Ertekin tarafından öldürülen Sabahattin Ali’nin yaşam öyküsü de, bu yolculukta son bulacaktır. Ali Ertekin savcılığa ifade verir vermesine de, hep bir tutarsızlık vardır. Daha sonraki yıllarda farklı basın organlarına verdiği röportajlarda da bu tutarsızlık devam eder. Bu nedenle yazarın katli konusunda hala aydınlanmayan noktalar vardır. Ali Ertekin bir ifadesinde Sabahattin Ali’nin yol boyunca kitap okuduğunu, birinde Türkiye’de komünist hareketler başlatacağını söylediğini, başka bir açıklamasında ise milli hislerini tahrik ettiğini söyler. Yolculuğun devamında ise elindeki sopayla Sabahattin Ali’nin başına defalarca vurarak öldürdüğünü belirtir.
Teşhis edilmesi neredeyse imkansız olan cesedini 16 Haziran 1948 tarihinde bir çoban bulur ve jandarmaya teslim eder. O dönemlerde insanları kaçak yoldan sınır dışına geçiren bir şebeke varmış. Ali Ertekin de meğerse bu şebekenin üyelerinden biriymiş. Peki bu adam sizce hak ettiği cezayı aldı mı dersiniz? Tabi ki hayır! İdam cezasına çarptırılmasına rağmen sadece 4 yıl ceza alarak özgürlüğüne kavuştu. Yazarın ölüm yeri, ne şekilde gerçekleştiği, kimler tarafından kararlaştırıldığına dair o kadar çok şey yazılıp çizildi ki… Kimisi bunun MİT tarafından yapıldığını söylüyor, başka biri tarafından öldürülüp suçun Ali Ertekin üzerine kaldığını söyleyenler de var. Bir diğer iddia ise, cesedi teşhis edilemeyecek kadar kötü olduğundan, aslında ölmediği ve yurt dışına kaçtığı yönünde.
Sabahattin Ali’nin Eserleri
Sabahattin Ali hikaye, öykü, roman ve şiir tarzında eserler vermiş bir yazardır. Türk Edebiyatı’nda yeri çok ayrı olan yazarın eserleri eminim nesiller boyunca okunacaktır. 1937 yılında basılan ilk romanı olan Kuyucaklı Yusuf, şu anda Milli Eğitim Bakanlığı’nın ortaöğretim öğrencilerine okutulması önerilen 100 Temel Eser listesinde yer alıyor. 1940 yılında yazdığı ikinci romanı İçimizdeki Şeytan da büyük eleştirilere maruz kalmıştır. Roman tarzında verdiği Kürk Mantolu Madonna‘yı ise 1942 yılında yazdı.
Sabahattin Ali daha lise yıllarından başlayarak, hayatı boyunca çok fazla hikaye ve yazı kaleme aldı. Bunların çoğunu da çıkardığı ve çalıştığı dergilerde yayınladı. Bazıları ise ölümünden sonra derlenerek kitap haline getirildi. Yazarın öykü tarzında verdiği eserleri arasında; Değirmen (1935), Kağnı (1936), Hanende Melek (1937), Ses (1937), Yeni Dünya (1943), Sırça Köşk (1943), Bir Orman Hikayesi ve Kamyon yer almaktadır. Sırça Köşk kitabı bir dönem Bakanlar Kurulu tarafından toplatılmıştır. Bu kitapların içerisinde uzunlu kısalı toplamda 60 öykü bulunuyor. Öykülerinin çoğunda mekan olarak Anadolu’yu ve köyleri ele aldı. Konu olarak işlenen ise toplumsal sorunlar, sevgi, aşk ve kırsal kesimin yaşadığı zorluklardır.
Yazar öykü ve romanlarından başka tiyatro oyunu ve şiir de yazmıştır. Şiirlerinin derlendiği bazı kitapları; Dağlar ve Rüzgar, Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler’dir. Bazı şiirlerine ise günümüzün en sevdiğimiz şarkılarında rastlıyoruz. Yazarın bestelenerek şarkı yapılan bazı şiirleri şunlardır: Aldırma Gönül, Leylim Ley, Dağlardır Dağlar, Çocuklar Gibi, Kız Kaçıran, Göklerde Kartal Gibiyim, Kara Yazı, Eskisi Gibi ve Melankoli.
Eğer Sabahattin Ali’nin kitaplarını okuyup beğendiyseniz, o satırları yazdığı koşulları da bir okuru olarak öğrenmenizin şart olduğunu düşünüyorum. Bizim birkaç günde okuyup bitirdiğimiz kitaplarını yazarken ne zor günler geçirmiş. Her yazdığı olay olmuş, hayatının en verimli çağlarını hapishane duvarları arasında geçirmiş. Ölümü de bir o kadar acı verici olmuş. Fakat o 41 yıllık kısacık ömrüne kocaman bir hayat sığdırmış. Hepsi birbirinden değerli ve ders alınası eserler bırakmış. Ondan öğreneceklerimiz sadece kitaplarında değil, karakterinde de gizli. Defalarca hüküm giymesine, ekonomik sıkıntı çekmesine, yazma özgürlüğü kısıtlanmasına rağmen hayata hep pozitif bakmış. Hücre cezası alıp okumasının bile yasaklandığı bir gün, cama yapıştırılan gazete kağıdını sökerek okuduğu anlatılır. Hayat dolu vizyonunu dile getirdiği şu satırlarıyla yazımı noktalamak istiyorum;
“Mamafih, neşe insanın içinde bulunduktan sonra, hayat onu ne kadar boğmaya çalışsa da yine ilk fırsatta kendini gösterir.” Sabahattin Ali…