
Zorlu geçen 2018 ve 2019’un ardından küresel ekonominin 2020’deki durumu için fikir birliğinin şaşırtıcı şekilde iyimser olduğu görülüyor. Yüzde 3.4’lük tahmin bildiren IMF ve yüzde 2.7’lik tahmin bildiren Dünya Bankası ile önde gelen kurumlar, fırtınanın en kötü kısmının bitmiş olduğunu ve küresel büyümenin yeniden toparlanmasını bekliyor. İyimserliğin büyük nedenlerinden bir tanesi, dünya çapında merkez bankaları tarafından alınan daha gevşek bir yaklaşım oldu.
Ancak bu büyüme beklentileri, her iki durumda da, potansiyel olarak hafif temeller üzerine inşa edildi. Bunlar Arjantin ve Türkiye gibi gelişmekte olan pazarlarda canlanan bir toparlanma ve ticaret savaşları, patlayan pazarlar, zamanlı bomba misali büyüyen borçlar ve benzerleri gibi kötü sürprizlerin durdurulmasıydı.
Ekonomistler de 2020’deki beklenmedik durumun tek yöne işaret ettiğini, onun da aşağı yönlü olduğunu söylüyor. IMF de küresel ekonomiye dair beklentileri hakkındaki son büyük raporunda, aşağı yönlü risklerin görünümü domine ettiğini belirtti. Foreign Policy, 2020’de küresel ekonomiyi bozabilecek şeyleri sıraladı.
Ticaret Savaşları
Dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında yapılan ticaret ateşkesine rağmen savaş henüz sona ermedi. Çin’le varılan birinci aşamada imzalar daha atılmadı ve daha önce varılan benzer anlaşmalar geçtiğimiz aylarda tamamlanmadan en başa döndü. Ayrıca iki süper güç arasında anlaşma imzalansa bile Trump yönetiminin Çin’e uyguladığı ve karşılığında Pekin’in ABD’ye misilleme yaptığı tarifelerin çoğu geçerli olmaya devam edecek.
Bununla birlikte ticaret gerilimleri Washington ve Pekin arasındaki savaşla sınırlı değil. Yeni bir NAFTA’nın tamamlanması ve cepte görülen bir Çin ateşkesiyle, Trump’ın ticaret müzakerecileri bakışlarını Avrupa’ya geri döndürüyor.
Avrupa çeliği üzerindeki ABD tarifeleri, Airbus-Boeing anlaşmazlığı nedeniyle Avrupa mallarına ilişkin ABD tarifeleri ve Fransa’nın tartışmalı dijital vergisine yanıt olarak Fransız mallarına ilişkin tarifeler dahil süregelen tartışmaların yeniden alevlenmesi bekleniyor.
Dahası Birleşik Krallık Ocak sonunda Avrupa Birliği’nden resmen çıkacak ve sonrasında İngiltere ile Avrupa arasında serbest ticaret anlaşması için müzakereler başlayacak. Öte yandan ABD de gelecek yıl İngiltere ile kendi serbest ticaret anlaşmasını müzakere etmeyi umuyor.
Seçim sonuçları üzerine Boris Johnson’ı kutlayan Trump da büyük bir anlaşmaya işaret etmişti. Ancak bu, İngiltere’yi ekonomik düzenleme açısından Amerika Birleşik Devletleri’ne yakınlaştırmak anlamına geliyor ki bu da İngiltere’nin Avrupa ile herhangi bir anlaşmaya varmasını zorlaştıracak nitelik taşıyor.
Çin
Küresel ekonomi söz konusu olduğunda Çin sorunu, ekonomisinin büyüklüğü nedeniyle kaçınılmaz olarak göze çarpıyor. Öncelikle Çin ekonomisi sadece Trump tarifelerinin etkisi nedeniyle değil, başka nedenlerden dolayı da açıkça yavaşlıyor. Halihazırda son 30 yılın en düşük seviyesine gerileyen Çin ekonomisinin 2020’de nasıl performans göstereceği en büyük sorulardan biri olarak kalıyor.
IMF, Çin ekonomisinin 2020’de yüzde 5.8, Dünya Bankası ise yüzde 6.1 büyüyeceğini tahmin ediyor. Çin büyük bir yavaşlama ile karşı karşıya kalırsa, bunun acısı özellikle gelecek yılki küresel büyüme beklentilerinin temelini oluşturan birçok gelişmekte olan ülke arasında hissedilecektir. Bu noktada Harvard Üniversitesi’ne bağlı araştırma merkezinden Julian Gewirtz, şöyle görüş bildirdi:
“Bence Çin’de sert bir iniş, 2020 için ufukta görünen başka birçok büyük risk kadar olası değil. Ama eğer bu gerçekleşirse, diğer ekonomiler ve küresel büyüme üzerinde büyük etkileri olacaktır çünkü Çin diğer tüm büyük ekonomilerle çok yakından bağlantılı.”
Eurasia Group Başkanı Cliff Kupchan ise kendisini endişelendiren en büyük şeyin ABD-Çin ayrılması olduğunu belirtti. “İki ülkenin en azından teknoloji sektörlerini ve muhtemelen daha fazlasını ayırmak için olan amansız yarışının, yeni normal olarak tarifeleri silah haline getirmeye, üçüncü ülkeleri taraf tutmaya ve büyümede gerçek bir sürükleme görevi görmeye yönlendirmesinden korkuyorum. Bu küresel ekonomi ve küresel istikrar için gerçek bir tehdit.” dedi.
Borç Bombası
Kısmen merkez bankalarının gevşek para politikalarından kaynaklanan borçlar, küresel olarak rekor yüksek seviyelerde ve bu da 2020 görünümü için kara bulutlar arasında yer alıyor. Ayrıca faiz oranları zaten düşük olan merkez bankaları, herhangi yeni bir borç şokunu hafifletmek için daha fazla alana sahip olmadığından, endişe daha da büyüyor.
Dünya Bankası, özel bir raporunda, küresel borç seviyelerinin 2018’de GSYİH’nin yüzde 230’uyla en yüksek seviyesine ulaştığını ve o zamandan beri büyüdüğünü kaydetti. Borç büyümesinin özellikle gelişmekte olan piyasalarda endişe verici olduğunu belirten Dünya Bankası, yaklaşık 50 trilyon dolar borcun onları genel bir yavaşlama ya da daha fazla ticaret savaşı ya da diğer ikisinden kaynaklanan bir piyasa düzeltmesine karşı özellikle savunmasız kıldığını vurguladı.
Gelişmekte olan ülkelerin 1980’lerde, 1990’larda ve 2000’lerde acı verici sonuçlar doğuran üç borç krizi geçirdiklerini aktaran Dünya Bankası, dördüncünün yolda olabileceği konusunda uyardı.
Jeopolitik Riskler
Tüm bunların yanında devam eden jeopolitik gerilimler de var. İran, Suudi Arabistan, ABD, Kuzey Afrika, Çin, Hong Kong ve Tayvan’a kadar olan jeopolitik gerilimlerin yanı sıra eski moda politik riskler de söz konusu. Örneğin dünya çapında popülizmin küresel olarak yeniden canlanması gibi ve Kupchan bu konuda şöyle dedi:
“Konu Dördüncü Sanayi Devrimi’ne geldiğinde küresel liderlerin kafaları kuma gömülüdür ve bunun bedelini ödeyeceklerdir. Otomasyonla nasıl başa çıkılacağı, küreselleşmeye karşı tepkiler, nativistik popülizm dediğim şeye karşı yapısal faktörler konularında çok az sistemik düşünce var. Popülizm piyasalara güvenmiyor. Piyasalardan uzakta yapısal bir itici gücünüz varsa, uzun vadeli ekonomik bir probleminiz var demektir.”
Üstelik Trump’ın İran baskısının artması gibi kısa vadeli endişeler de vardı.
Zaten Kasım Süleymani’nin ABD’nin emriyle öldürülmesi, durumu daha da ciddileştirdi. Orta Doğu ve Kuzey Afrika‘da yoğunlaşan protestolar da bölgenin gelişmekte olan ekonomilerinin çoğunun ekonomik olarak yeniden canlanması hakkında sorular doğurdu. Çin’in Güney Çin Denizi ya da Hong Kong veya Tayvan’ın geleceği üzerine iç sıkıntılarının da dış politikada ifade bulabileceği öngörüldü.